Ermenek’ten Aysel Yıldız: “Filistin davasını nasıl anlayacağız? Mescidi Aksa’nın bizim için önemi nedir?”
Orada Bir İnsanlık Dramı Sürüyor
Birinci Dünya Savaşı esnasında, Osmanlı askerleri ile İngiliz askerleri Filistin cephesinde Gazze şeridinde iki defa savaştılar. Her ikisini de Osmanlı ordusu kazandı.
Ama o topraklar her ne hikmetse elimizde kalmadı.
Şöyle ki: Filistin cephesinde savaş sürerken ordunun başına Cemal Paşa yerine Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal Paşa getirildi. 1917 yılında İngilizlerle savaş sürdüğü sırada, İngiliz askerler ile yapılan bir çatışma sonrasında Mustafa Kemal komuta ettiği birliklere ric’at emri, yani savaştan dönme emri verdi. Osmanlı birlikleri de Gazze ve Filistin ile birlikte Suriye ve Irak’ı da terk ederek Bitlis içlerine çekildiler.
Böylece İngilizler bölgeyi kolayca işgal ettiler. Filistin yalnız bırakıldı.
İşgalden sonra da Filistin toprakları dünyanın başka yerlerinden getirilen Yahudîlere açıldı. Ve Yahudîlerin kolayca yerleşmelerine izin verildi.
Böylece göçmen Yahudîlerle yerli Filistin halkı aynı topraklarda iskana tabi tutuldular. Yıllarca devam edecek kanlı çatışmaların zemini daha o zamandan hazırlandı. Kudüs’te ve Filistin’de masum Müslüman kanı o günden beri dökülüyor.
Amerikalıların desteği, İngiliz ve Fransızların yardımı ile Siyonist İsrail’li Yahudîlerin aynı topraklarda devlet kurma hazırlıkları hızlandı ve nihayet 1948 yılında neticelendi.
Hırs, Hile, Şımarıklık
Eğer İsrail makul ölçülerde bir devlet gibi etrafındaki komşularıyla iyi geçinseydi, dünya ülkelerince de kabul görür ve barış içinde yaşayıp giderdi. Fakat İsrail toprak kazanmak ve yerini genişletmek hırsıyla sürekli huzursuzluk çıkardı. Doymak bilmeyen hırs, komşularını görmekten alıkoydu.
Bediüzzaman der ki: “Yahudî milleti hırs ile, ribâ ile, hile dolabı ile rızıklarını zilletli ve sefaletli, gayr-ı meşru ve ancak yaşayacak kadar rızıklarını bulması ve sahrânişînlerin, yani bedevîlerin, kanaatkârâne vaziyetleri, izzetle yaşaması ve kâfî rızkı bulması, yine mezkûr davamızı katî ispat eder.”
1967 yılında genişlemek için komşu ülkelere saldırdılar. Topraklarını üç katına çıkardılar ve daha o zaman Filistinlilerin bir kısmını katlettiler. Bazı Filistinliler başka ülkelere iltica etmek zorunda kaldı.
Amerika ve Avrupa ise o bölgenin huzursuzluğundan sürekli nemalandı ve o bölgenin huzursuzluğunu hep destekledi. Böylece pek çok ulu’l-azm peygamberin yaşadığı bölge olan topraklar bu gün artık kan gölü halindedir. Kudüs, Gazze, Refah, Hanyunus, Cenin, Batı Şeria, bugün artık savaş meydanı da değil, dünyanın gözü önünde birer katliam bölgesi olmuşlardır. Halkları yok edilmişlerdir.
Ariel Şaron
Şaron unutulabilir mi? 1982 yılında İsrailli militanların önü açılarak Filistinli mültecilerin yaşadığı Sabra-Şatilla kampını basmışlar, üç bin beş yüzden fazla masum Filistinli Müslümanı katletmişlerdi. Ondan sonra Ariel Şaron’a “Beyrut Kasabı” dediler.
Ariel Şaron 2006 yılında felç geçirdi, komaya girdi, yaralarından akan cerehatların pis kokusu içinde koma halinde sekiz sene kaldı. Felçli vücudundan etrafa pis kokular yaydı. Maske ve korumalı kapalı elbise içinde, yaklaşarak beslediler ve 2014 yılında feci şekilde can verdi.
Şimdi on sene geçti. Kudüs’te, Gazze’de, Hanyunus’ta, Refah’ta bugün yaşananlar, Şaron’un yaşattıklarını on’a katladı. Netanyahu, meslektaşı Şaron’dan hiç ders almışa benzemiyor. Şaron’un mezaliminden on-on beş katı mezalime imza attı.
Artık bilemiyoruz bu gidiş nerede son bulur!