"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Münkerât karşısında dilsiz şeytan olmak

Yasemin YAŞAR
06 Ağustos 2011, Cumartesi
Allah’a inanan her bir insanın Allah katında mü’min kabul edilebilmesi ve mü’minliğini sürdürebilmesi, kişinin hem öğrendiklerini yaşamasıyla hem de öğrendiklerini öğretmesiyle alâkalı bir durumdur. Yani iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak vazifesi, hak ve hakikatleri dile getirme, haksızlık karşısında dilsiz şeytan kesilip susmama mü’min olmanın ve kalmanın şartlarındandır.

Zira insana böyle bir misyon, Yaratıcı tarafından yüklenmiştir. Mü’min böylelikle hem bu vazifeyi yapacak, hem de inandığı değerleri hayata geçirecektir. Yani imanı amele dönüşecek ve bir temennîden ibaret kalmayacaktır. Hayatını ilim, amel ve tebliğ üçlüsüyle tanzim edecektir.
İnsanın korumakla vazifeli olduğu beş husus vardır. Bunlar, namusu, canı, malı, ırzı ve dinidir. Hepsi şüphesiz çok önemlidir. Fakat şu unutulmamalıdır ki, dinini koruyamayan diğer dört esası da koruyamayacaktır. Bu yüzden dini hayatın, imanın muhafazası ve korunabilmesi için emr-i bi’l-maruf, nehy-i ani’l-münker vazifesi bu açıdan çok önemlidir.
Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (asm), “Bütün kötülükleri iyi ve bütün iyilikleri kötü gördüğünüz gün hâliniz nice olacak bir bilseniz!” buyurmuşlardır. Peygamber Efendimizin (asm) bu ikazı, aslında tam günümüzü anlatmaktadır. Zira bugün de bir çok şey tersine dönmüş, iyilikler kötü, kötülükler iyi görülmeye başlanmıştır. Zina terviç edilmekte, terör, anarşi revaç bulmakta, inananlar hor görülmekte, kötülükler ve kötüler bizzat devlet tarafından kanunlarla korunmaya alınmaktadır. Bu durum ise, bütün değerlerin alt-üst olduğunu göstermektedir.
Fıtrat ve adetullah kanunlarının çiğnendiği böyle bir zamanda insan elbette kendi kendini tokatlamak nevinden, içine düştüğü vahşet, zulüm, ahlâksızlık ve terörle boğuşmakta, yani Üstadın tabiriyle, kâinattaki hikmetin zıddına hareket ettiği için, kâinat dolap ve çarklarının arasında ezilmektedir.
Peygamber Efendimiz (asm), biraz önce naklettiğimiz hadis-i şerifin devamında sahabelerin sorusu üzerine şöyle devam eder:
- “Daha şiddetlisi bile olacak.”
- “Bundan daha şiddetlisi nedir ya Resulallah?”
- “Münkerat karşısında susup, bizzat onu teşvik ettiğiniz gün vay halinize!”
Peygamber Efendimiz (asm) devamında Allah’a kasem ederek, O’ndan şu sözü nakleder: “Celâlime yemin olsun ki, bu duruma gelmiş bir cemiyetin içine çağlayanlar gibi fitneleri salıvereceğim.”
Mana ve ruh adına, her şeyin sarsılıp, yıkıldığı bu asırda dini korumak ve kötülüklerin yayılmasına müsaade etmemek için mü’minler üzerlerine düşen farz vazifelerini hassasiyetle yerine getirmeleri gerekmektedir. Münker, İslâmiyetin çirkin gördüğü her şeydir. Bir Müslüman dinin çirkin gördüğü bir durumla karşılaştığında ilk yapacağı iş, o münkeri değiştirmektir. Değiştirmenin tarzı farklı olabilir fakat aslolan, onu değiştirme gayret ve niyetinde olmaktır. Bunun için bir hadis-i şerifinde Hazret-i Peygamber (asm) şöyle bir yöntem önermiştir: “Sizden kim bir münker görürse, onu eliyle değiştirsin. Gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. İmanın en zayıfı da budur.”
Demek ki imanın en zayıf noktası kalben buğz etmek ise, bundan gerisi yani münkerat karşısında susmak, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak halinde imandan bahsetmek mümkün değildir. Çünkü münkerata rıza göstermek imandan hissesi olmadığına işarettir. Demek ki kalben buğz etmek hali, aslında kişinin kendi imanını ve maneviyatını koruması anlamındadır. Eğer bunu da yapmazsa, böyle bir insan, kısa bir süre sonra eleştirdiği veya kerih gördüğü hallerin içine kendisi de düşebilecektir veya normalleşecektir.
Münkeratı işleyen birisi ile insaniyet münasebeti kesilmese de; bu, kusurunu görmezlikten gelmeyi gerektirmez. Zira münker işleyen, Rabbiyle irtibatı kesmiş demektir. Böyle biriyle mü’min olan insan da irtibatını gözden geçirmesi gerekir. Mü’min alâka ve irtibatını, karşıdaki insanın Rabbiyle olan münasebetini esas yaparak ayarlaması gerekir. Münkeratın yayılmasına izin vermemek toplumun her ferdi için çok önem taşır. Çünkü küçük görülen veya nemelâzım denen münkerat zamanla o kadar çabuk yayılır ki, bir bulaşıcı hastalık haline gelir ve o toplumu ve hatta insanlığı tehdit eder. Çünkü içtimâî hastalıklar bana ne mantığından türeyen duruşlarla meydana gelmiştir.
Peygamber Efendimizin (asm) bu mesele ile ilgili şu hadisi dikkat çekicidir. İsrailoğullarının çöküntüye girmesinin sebebini zikrettiği bu hadis, aynı zamanda günümüz insanlığının çöküntüsünün sebebini tesbit açısından önemlidir:
“İsrailoğullarına içtimâî çöküntü şöyle girmiştir. Bir kişi diğerinde gördüğü bir kötülük üzerine, ‘Ey filan! Bu işi terk et, bu sana helâl değildir’ derdi. Ertesi gün de gelir, o adam, aynı münkeratı işliyor olmasına rağmen, onunla dostluğunu devam ettirir, onunla beraber oturup kalkar, beraber yer içerdi. Bunun üzerine Allah, onların kalplerini birbirine çaldı.” Buradaki önemli nokta, kişi, imanın en alt seviyesi olan ‘buğz’ halini dahi terk ettiği için, münkerata karşı gösterecek direncini yitirmiş ve böylece kötülük de cemiyetin içinde yayılma zemini bulmuştur.
Bediüzzaman, şöyle bir tesbitte bulunur: Kötülükler toprak gibi kesiftir, yayılmazlar. İyilikler nur gibidir, in’ikas eder (yansır). Evet, kötülüklerin toprak gibi olması ve yayılma kabiliyeti olmamasına rağmen, bu kadar hızla ve kolay yayılmasının bir sebebi de bu olsa gerektir. Kişinin gıybet edilen bir ortamda, gıybet edenleri susturması veya orayı terk etmesi gerekirken, sessiz bir şekilde, günaha tepkisiz kalması, onun manevî dünyasını kirletmekte ve bu kirlenme de o kişi için gıybet konusunda normalleşmeye ve hatta gıybet yapmasına kapı açabilmektedir.
Açık saçıklık veya sair günahlar için de durum böyledir. Kişinin hiç olmazsa, bu münkerata karşı niyeten karşı olması ve yapabileceği şeyleri düşünmesi, uygulamaya geçmesi, hiç değilse duâ etmesi de yine kendini de içine alan bir muhafaza ameliyesidir.
Hâsılı, nemelâzım denen münkerat belki kişiyi bulmasa da bir gün ya yakınlarına, ya da evlâdına bulaşabilecektir. Şahsî gibi görünen günahlara karşı mü’mince duruştan vazgeçmek, susmak, dilsiz şeytan olmak toplumsal bir çöküşün zeminini oluşturacaktır. Böyle bir topluma da hadis-i şerifte belirtildiği gibi, Cenâb-ı Hak, çağlayanlar gibi fitneleri salıverecektir. Zira Allah iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak vazifesinin terk edilmediği hiçbir beldeye, memlekete, kavme belâ göndermemiştir.
Okunma Sayısı: 3820
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı