Cumhuriyet tarihimizin en mühim kavşaklarından biri olan 14 Mayıs 1950, yalnızca siyasî tarihimizin değil, aynı zamanda vicdan ve hürriyet mücadelemizin de dönüm noktasıdır.
Zâhirde bir seçim; hakikatte ise bir zihniyet inkılâbıdır bu tarih. Halkın ezanla, Kur’ân’la, mukaddesatla yeniden kucaklaştığı bir “beyaz ihtilâl”dir.
Tek parti devrinde tatbik edilen resmî ideoloji, cebrî bir laikleştirme hareketiyle dinî hayatı hem ferde, hem cemiyete dar etmeye çalıştı. Ezan Türkçeye çevrildi; Kur’ân-ı Kerîm dersleri ve neşriyat yasaklandı; Risale-i Nur’lar takibata uğradı; iman tahsiline ket vuruldu. Bu tahribat, milletin hem tarihiyle, hem ruh kökleriyle bağını koparma teşebbüsüydü. Ve bu tasfiye, ancak “susturulmuş bir millet” ile mümkün olabilirdi.
Lâkin millet susturulmadı. Gönüllerdeki iman sönmedi. Vicdanlar sinmedi. Derin bir sabır ve tevekkül içinde bekledi. İşte 14 Mayıs, o sabrın, o tahammülün, dua ile yoğrulmuş metanetin sandığa akseden tezahürüdür.
O gün millet, yalnız bir partiyi değil, bir idrak biçimini, bir ideolojik tahakkümü tasfiye etti. Halktan kopuk, jakoben, tekçi anlayışa karşı iradesiyle konuştu. Hürriyeti tercih etti. Devletin dini şekillendirme teşebbüsüne karşı, dinin serbestçe yaşanması gerektiğini ilan etti.
Demokrat Parti’nin iktidara gelişi, sadece siyasî bir muvaffakiyet değil, aynı zamanda milletin hakiki kimliğine, mânevî mecrâsına dönüş arzusunun bir tezahürüydü. Kur’ân’a, ezana, şeâir-i İslâmiyeye karşı açılan resmî savaş, 14 Mayıs’ta ilk büyük hezimetini tattı. Ezan-ı Muhammedî aslî şekline kavuştu. Radyolarda tekrar Allah lafzı duyulmaya başlandı. Risale-i Nur neşriyatına alan açıldı. Zindanlardan iman hizmetine yollar açıldı.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, bu hâdiseyi “rahmet-i İlahiye” olarak vasıflandırmış, Demokratları “milletten gelen bir rey ve teveccüh-ü Rabbaniyle iş başına gelmiş zatlar” olarak görmüş, onların muhafazasını ve hakperestane desteklenmesini tavsiye etmiştir. Zira bu değişiklik yalnız siyasî değil, aynı zamanda mânevî bir fütuhattır. (1)
14 Mayıs’ı hakkıyla anlamak, milletin ruh haritasını anlamak demektir. Çünkü bu tarih, milletin vicdanı ile dayatmacı devlet anlayışı arasında geçen bir asrın neticesidir. Bu tarih, ceberut idareye karşı meşveretin, cebre karşı iradenin, ideolojik taassuba karşı vicdanın galebesidir.
Bugün, 14 Mayıs’a bakarken sadece mazimizi yâd etmiyoruz; istikbale dair de bir şuuru tazeliyoruz. Zira hürriyet, adalet ve iman; bu milletin fıtratına yerleşmiş temel esaslardır. Bu esaslara kasteden her anlayış, evvelâ vicdanlarda, sonra sandıkta ve nihayet tarihte mahkûm olur.
Netice olarak: 14 Mayıs bir ihtilâldir. Lâkin kansız, sessiz, fakat köklü ve asil bir ihtilâldir. Çünkü bu millet, kalemle, oyla ve duayla konuştuğu zaman, tarih değişir.
Dipnot:
1-Emirdağ Lahikası 2.cilt, s. 56-58-104