İnsanın çok konuşması, gelişigüzel konuşması, malûmatfüruşluk yaparak konuşması, aklî, ruhî bir dengesizliğin işaretidir.
İnsanın malûmatfüruşluk yaparak her yerde ve zeminde konuşması aklından, düşüncelerinden, kalbinden daha büyük bir dilinin olduğunu gösterir.
Zira ulvî düşünceleri olan, derin tefekkürlerin sahibi olan, kalbî melekesi gelişmiş olanların sözleri de sakin, yavaş, ciddî ve anlamlıdır. Ahlâkî olgunluk veya kemalât dediğimiz nokta, kişinin her hâl ve hareketindeki istikameti ifade eder. Bunun için de nefsî bir terbiye şarttır. Zira nefsi terbiye etmek için de bazı disiplinler gerekir. Az yemek, az konuşmak, az uyumak bunlardan sadece üçüdür.
Evet bizim İslâmî geleneğimizde az konuşmanın faydaları ile alâkalı olarak bir hayli söz ve pek çok hadis-i şerif bulunmaktadır.
Peygamber Efendimiz (asm) “Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın olanınız, ahlâkça en güzel olanınızdır. Bana en menfur olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır” buyurmuşlardır.
İnsanın manevî kemalâtı için az konuşması şarttır. Bu, daha ilk başta riayet edilmesi gereken disiplindir. Evet, çok konuşan çok hata yapacak ve çok günah işleyecektir. Zira ister istemez yalan söyleyecek, gıybete girecek, mübalâğa yapacak vs.
Malayaniyat dediğimiz gereksiz konuşmalar, hak ve hakikat konuşmalarının da birer engelidir. Çünkü gereksiz konuşmaların oluşturduğu atmosferde de hakikat adına söz söylemek de güç olacaktır.
Az konuşan öz konuşur, dinleyenleri bıktırmaz, tam tersi konuşmaları hikmetli olduğu için de karşı taraf zevkle dinleyecektir.
Çok konuşmak aslında bir ihtiyaçtan kaynaklanmaz. Bilâkis bir hastalığın, ruhî bir sıkıntının işaretidir. Bazıları lâfı o kadar uzatır ki, aslında birkaç kelimeyle anlatabilecekleri bir meseleyi dakikalarca anlatır. Hakikaten bu dinleyen için de bir eziyet ve saygısızlıktır.
Evet, hakikî bir mü’minin en önemli özelliklerinden biri, sükûtunun tefekkür, konuşmasının da hikmet olmasıdır. Çok konuşmak boş konuşmaya döndüğünde ise tam bir felâket haline gelir.
Hâsılı; sözlerin ve seslerin çoğaldığı ve her kafadan bir sesin çıktığı bir asırdayız. Her taraf konuşan insanlarla dolu. Sıkıntısını, problemini, eşini çocuğunu, siyaseti, ekonomiyi, üzerine vazife olmayanları, başkalarını… vs. konuşuyor da konuşuyor. Üstelik bu konuşanların tavrına bakıldığında da her şeyi bildikleri edasıyla konuşuyor.
Gerçekten herkes her şeyi biliyormuş gibi konuşuyor. Belki de şartlar insanı böyle görünmeye itiyor. Zira enaniyetlerin tavan yaptığı bu asırda, bilmiyor görünmeyi hiç kimse istemiyor. Çünkü bugünün geçer akçesi biliyor görünmektir.
Evet, konuşanın az, dinleyenin çok olduğu günlerden ağzı olanın konuştuğu günlere gelmiş bulunmaktayız. İnsan çok söz söylemekle değil, söylediği sözlerin yerinde ve faydalı olmasıyla kadrini, kıymetini yükseltmektedir.
İnsanın susması gereken yerde susması, konuşması gereken yerde konuşması gerekirken, bu zamanın insanları susması ve susturması gereken yerde konuşuyor, konuşması gereken yerde susuyor.
Susma ve konuşma terbiyesine bu asır insanlarının çok ihtiyacı var. Zira sosyal hayatın ve daha özelde de şahsî hayatın pek çok problemi susmayı veya konuşmayı bilemememizden kaynaklanıyor. Bediüzzaman’ın, yol ikidir ya susmak, ya da konuşacaksak doğru konuşmak prensibi bu zamanda çok elzemdir. Lâkin Bediüzzaman’ın konunun devamında doğru konuşmaya da bir ölçü getirmesi dikkat çekicidir. Bu ölçü de “Her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir” düsturudur. Evet, buradaki ince mesajlardan birisi de boş boğazlık ederek çok konuşmaya getirilen bir ölçü olsa gerektir.