Meşhur bir sol gazetenin ismini verip, feminist olduğunun altını da kalınca çizerek şunları söyledi:
“Yıllardır takipçisi olduğum gazetede yayınlanan bir makalede, Said-i Nursi’nin tımarhaneye atılmış bir deli olduğu yazıldı. Peki nasıl olur da siz dahil bu kadar insan bir delinin peşinden gidersiniz?”
Katıldığımız Ankara ATO kitap fuarında akşam saatlerine doğru gelen bir soruydu bu. ‘Makale’ kelimesine yaptığı özel vurgu bizi şaşırttı. Demek ki o da birçoğumuz gibi ‘makale’ isminin büyüsüne kapılmıştı ve bir makalenin, şartlı bir beyin ve o beynin hükmettiği bir kalemden çıkabilme ihtimalini düşünmüyordu.
Elindeki poşetlerin üzerinde, alışveriş yaptığı sol yayınevlerinin logosu vardı ve görüş sahamızdan çıkmaması için fark edilir bir gayret gösteriyordu.
Yönelttiği soru meraktan çok, “yüzlerine söyledim ve cevap dahi veremediler”in hazzını yaşamak için sorulmuştu.
Sorusunu soruyla karşıladık: “Said Nursi bir deli olsaydı, tımarhaneye girdikten iki-üç sene sonra Sultan Reşad tarafından doğu vilayetlerinin temsilcisi olarak Rumeli’ye götürülür müydü? Mustafa Kemal tarafından beraber çalışmak üzere Ankara’ya davet edilir miydi? Celal Bayar tarafından kendisine teşekkür mektubu yazılır mıydı, ya da papalıktan kendisine teşekkür mektubu gelir miydi?” ve birkaç tane daha… Anlaşılan ilk defa duyuyordu bunları.
Ardından devam ettik: “Acaba sıkı takip ettiğinizi anladığım makale yazarı, Said Nursi’nin tımarhaneye atıldığını yazdığı gibi neden atıldığını ve nasıl çıktığını da yazdı mı?”
Bu soru ilginç bir afallama meydana getirmişti. Çünkü asıl sorular bunlardı ve makale yazarı “Tımarhaneden çıkan birisi nasıl olur da yüksek mevkilerde bu kadar itibar görür?” konusuna hiç değinmemişti.
Ziyaretçi, bunlara değinmeden yazılan bir makaleye güvenerek ağır bir hata yapmakla kalmamış, bütün boşluklarına rağmen bu yazıyı sağlam bir delil olarak görüp muhatapları ile adeta cenge girmek istemişti.
Şimdi de bir tık uzaklıktaki bilgilerle, bir çürük ipliğe hülyalar dizdiğini anlamanın mahcubiyetini yaşıyordu. İki seçeneği vardı: Ya bu bataklıkta debelenecek ve içi boş sloganlarla durumu altı kişinin şahit olacağı kötü bir vaziyete sokacaktı ya da sorularla hakikate istediği kapıdan teslim olacaktı.
Şükür ki ikincisini tercih etti ve sordu “Pekiyi, neden tımarhane?”
“‘Çünkü baskı, jurnal, ajan, tek adam, keyfilik’ gibi istisna dahi olmaması gereken hukuksuzlukların bir kaide haline geldiği dönemde; hukukta eşitliği, imtiyazların kaldırılmasını, meclisi, hürriyeti dava etmek bir delilik görülüyordu.”
Anlaşılan o ki cümledeki ‘tek adamlık’ ifadesi dikkatini çekmiş ve o günle bugün arasında süratle bir bağlantı kurmuştu. Bizim başkanlık sistemi ile ilgili tavrımızı merak eden bir soru ile cümlelerimizin arasına girdi.
Biz de oradan devam ettik: “Biz o gün yaşanan tablonun bir benzerinin gerçekleşmeye başladığını, bunun ülkeye çıkaracağı faturayı gördük ve tıpkı o günlerde Said Nursi’nin yaptığı gibi kavgasız, hissiyatı karıştırmadan fakat kimin incinip kırılacağını da önemsemeden bu gidişin iyi olmayacağını çözümleriyle söyledik ve ne yazık ki zaman bizi tasdik etti.”
Yarım saati bulan konuşmanın ardından, konu itibariyle elimizin devamlı Eski Said Dönemi Eserleri üzerinde gezindiğini fark eden ziyaretçi, “Bahsettiğiniz prensipler burada mı geçiyor?” diyerek kitabı almak istediğini söyledi. Zannediyoruz, fuar kapanış anonsları arasında öğrendikleri, kalbinde nurdan bir çerağı tutuşturmuş ve berraklaşan zihin o eli o kitaba uzanmaya mecbur etmişti.