Bu husus, iyi bir sınav veremeyen siyasal İslâmcıların meselesiymiş gibi anlaşıldığından, genelde uzak durulmaya çalışılıyor. Bu ise bazılarını, “Sonra bazı mü’minleri gördüm ki, ahkâm-ı Kur’âniyeye tarafgirlik göstermiyorlar, iltizam etmiyorlar; “gayr-ı müslim bir mü’min” tabirine mazhar oluyorlar.” tehlikesine kadar götürüyor.
Şeriat, yüzde doksan dokuz ibadet, ahlâk, fazilet gibi hususları ihtiva eder. Bununla birlikte yüzde biri ise devlete ve hukuka bakar. Dâvette öncelik iman hakikatlerinindir. Fakat bu konu ile alâkalı yanlışlar, kafa karışıklıkları ve mağduriyetler yaşandığı için üzerinde durulması gerekiyor.
İslâmın hukuk sistemi nedir, buna yaklaşım nasıl olmalı? Bunun için takiye yapıp, fırsat mı kollamak gerekir? İslâm’da demokrasi ve muhalefet var mıdır? Demokrasinin olduğu yerlerde, İslâmî hukuk sistemini istemek nasıl olur? Bu gibi soruların cevabı doğru bir şekilde verilirse, bu meselenin istismar edilmesi azalabilir.
Geçmişten günümüze, bu husus doğru anlaşılmadığı için ‘Şeriat istiyoruz’ diyerek, bazı hayalperestlerin veya menfaatperestlerin arkasına takılanlar zarar görmüşler, zarar vermişlerdir. Bundan, maalesef İslâm da zarar görmüştür. Çünkü, İslâm’ın tasvip etmediği metodlar ile mücadele etmek İslâm’a zarar verir. Hem, aldatarak kimseye bir şey verilemez de.
Bu meselede, öncelikle, bir Müslümanın İslâmî hükümlerin uygulanmasını istemesi normaldir, hatta inancının gereği istemesi, en azından taraftar olması gerekir. Çünkü bu doğrultuda miras hukuku, ceza hukuku, ticarî hukukla alâkalı yüzlerce hüküm âyetleri ve hadisler vardır.
Bu bizlere de “Sen de şeriat istemişsin?” veya istiyor musun şeklinde gelebilecek sorunun cevabını veriyor ve bunun nasıl olacağının yolunu gösteriyor. Fakat bu isteme, yanlış metotlar ile hele bir Müslümanda bulunmaması gereken güvensizlik, yalancılık, takiye gibi iki yüzlü tavırlarla veya gizli bir ajanda ile olmamalı. Yine bu, milletin iradesini yok sayacak şekilde baskıyla, darbeyle, tepeden inme ile de olmamalıdır.
Demokrasi ortamında İslâmî hukuku istemek nasıl olacak denilirse? Bu o kadar zor değil, demokrasi zaten insanların tercihlerini ortaya koyabilmesi için vardır. Bu tercih, yine bu tercihi destekleyen demok- rat partiler aracılığıyla, din istismar edilmeden ortaya konulabilir. Halk bunu kabul ederse uygulanır, yoksauygulanmaz. Halk bunu kabul etmese bile en azından buna inanan Müslümanlar, kendilerine düşen vazifelerini meşrû dairede yapmış olurlar.
Demokrasilerde milletin tercihine saygılı olmak gerekir. Demokrasinin olmadığı yerde diktatörlük başlar. İslâm ise meşvereti ve şûrâyı emreder, istibdata karşıdır. Üstadımız, demokrasinin İslâm’a aykırı olmadığını deliller ile ortaya koymakta. İstibdadın, Şeriattan olmadığını, ilk dört halifenin hem halife, hem de Cumhurreisi olduklarını söyler. Evet, İslâm akla önem verir, şûrâ’yı emreder, kuvvetin kişide değil kanunda olmasını ister, imtiyazı yasaklar. Adalet karşısında herkesi eşit görür. Hürriyete, Rahman olan Allah’ın insana verdiği bir hediye olarak bakar.
Bu doğrultuda, Üstadımız, hayatı boyunca meşrûtiyeti yani demokrasiyi ve hürriyeti savunmakla birlikte yeri geldiğinde, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik edilmemesini, hatta 1950’lili yıllarda, Hutbe-i Şamiye’yi düzenlerken, şer’i mahkemelerin açılmasını istemiştir. Bunu, “Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adâlet-i İlâhiye namına ve hakâik-i İslâmiye dâiresinde mahkemeler açmazsa, maddî ve mânevî kıyametler başlarına kopacak; anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silâh edecekler diye kalbe ihtar edildi.” söyleyerek belirtmiştir.
İslâm, meşrû hürriyet doğrultusunda herkesin başkasına da, kendisine de zarar vermeden tercihini rahatça yaşamasına müsaade eder. Hukukta ise kişilerin farklı hukuk talepleri, herkesin tercihine bırakılabilir. Yani birden fazla hukuk sistemi uygulanabilir. Bugün Almanya’da, Amerika’da kısmen bu var. İslâm’da da ehli zimmenin hukuku diye var. İsteyen başta, kendi inancını seçtiği gibi kendi hukukunu da seçebilmelidir.
Bugün, İslâmî hukuk sistemini istemeyenlerin çoğu İslâm’ın suça verdiği cezaları ağır bulanlardır. Halbuki, İslâm sadece cezaya odaklanmaz, cezadan önce suçun oluşmamasına çalışır, yani hayatı bütünüyle kuşatır. İslâm’ın bu koruyucu tedbirlerinin olmadığı yerlerde ise suç oranlarının artması, her sene öldürülen insanlara, sapıkça öldürülen kadın ve çocuklara bakılırsa durumun vahameti anlaşılır.
Unutmamak gerekir ki, suçluya yersiz merhamet, hak ettiği cezayı vermemek, masum insanları ve bir toplumu cezalandırmaktır. Bundan dolayı verilen cezalar az olsun diyen insanlara karşı adaleti isteyenler, kendi ceza hukukunu seçebilmeli. Kişi neyi seçtiyse, kendi yaptığında veya kendisine yapıldığında aynı cezaya çarptırılmalıdır.