Yine yıkıldık, yine enkaz altında kaldık. Bir değil, iki değil, üç değil... Defalarca yıkıldık ve yıkılmaya da devam ediyoruz.
Zelzele oluyor, yıkılıyoruz, yağmur yağıyor, yıkılıyoruz, sel oluyor yıkılıyoruz. Bir virüs karşısında bile dayanamayıp yıkılıyoruz. Bunlar maddi musibetler. Bir de manevi musibetler var ki, en büyük tahribatı onlar karşısında yaşıyoruz. Moda karşısında geleneklerimiz yıkılıyor. Sefahat karşısında ahlâkımız yıkılıyor. İnançsızlık karşısında inancımız yıkılıyor... Halbuki, insanoğlu yaratılmışların en akıllısı, en beceriklisi, en değerlisidir. Allah’ın pek çok sıfatları, insanda tecelli etmiş ki, insan her zorluğa göğüs gersin, hayatını devam ettirsin, dünyevi ve uhrevi saadete kavuşsun istemiştir. O halde, insan olarak neden bu kadar çabuk yıkılıyoruz?
Bu sualin en kestirme cevabı, “Allah’a dayanan yıkılmaz” hakikati içindedir.
Şimdi zelzeleden dolayı yıkılan evleri düşünelim. Bu evler, bilimin öncülüğünde, uzmanlarının gösterdiği yerlere ve uygun şartlarda yapılsaydı, bu kadar tahribat yaşanır mıydı? Allah insana akıl vermiş, irade vermiş, bunları sebepler dairesinde, benim koyduğum kanunlara riayet ederek kullan demiş.
Cenab-ı Hak, insan için iki türlü emir ve kanun koymuştur. Birisi dinî kanunlar, öteki de (bazılarının tabiat kanunu dediği) tekvini kanunlardır. İnsan bu iki kanuna da uymak zorundadır. Dini kanunlara uymayanlar günah işlemiş olurlar ve cezasını da Allah’ın azabı ile bazen bu dünyada, çoğunlukla da ahirett öderler. Kevnî kanunlara uymayanlar da, genellikle bu dünyada cezasını çekerler.
Bugün insanların maruz kaldığı iklim değişikliği, kuraklık, ozon tabakasının delinmesi, su baskınları, büyük yangınlar ve depremlerden bu kadar büyük zarar görmesi gibi musibetler, Allah’ın kevnî kanunlarına muhalefet etmesinin bir neticesidir.
İnsan depremi önleyemez ama, yerleşim yerlerini sağlam zeminlere kurmak ve sağlam evler yapmak suretiyle en az zararla kurtulabilirler. Nitekim bu kevnî kanunlara uygun yapılaşmaya giden milletler, en şiddetli depremlerden bile en az zararla kurtulmasını biliyorlar. Bilerek veya bilmeyerek, Allah’a dayanmış oluyorlar. Onun için de yıkılmıyorlar. Demek i Cenab-ı Hak, kevnî kanunlarına riayet edenleri, inancına bakmdan muhafaza ediyor.
Müslümanlar olarak Allah’a imanımız tam olabilir ama, “inandım iman ettim” demek yetmiyor. İnandıysak, Allah’ın koyduğu dini ve kevni kanunlara da uymak zorundayız. Ancak ondan sonra tevekkül edip, Allah’ın takdirini bekleyebiliriz. Hakkımızda hayır dilemek için dua edebiliriz. Tedbir almadan tevekkül etmek, “Allah var, ben O’na güveniyorum” demek, imanı yanlış anlamak demektir.
Merhum Mehmed Âkif, bu yanlış tevekkülü şu şekilde ifade ediyor:
“Allah’a dayandım!” diye sen çıkma yataktan...
Ma’nâ-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nâdan”
İmanı tam olan ve imanına uyumlu bir amel sahibi olan insan, Allah’a dayanmış demektir. Hem dini emirlere, hem kevni emirlere riayet eder. Artık onun yaptığı iş doğrudur, kanunlara uygundur. Her türlü tebdiri aldıktan sonra da başına bir musibet gelirse, “Allah’ın takdiri böyleymiş, O her şeyin en iyisini bilir” diye tevekkülle karşılar, yine yıkılmaz.
Yıkılmamak için Allah’a dayanmak lazım. Çünkü O’ndan başka her şey fânidir, yıkılır, harab olur. Atasözümüzde denildiği gibi, “ağaca dayanma çürür, insana dayanma ölür.”
Yazımızı yine Mehmed Âkif’in şu beyiti ile bitirelim
“Allah’a dayan, saye sarıl, hikmete ram ol;
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”