"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bediüzzaman ve Jön Türkler

Abdülbakî ÇİMİÇ
30 Eylül 2021, Perşembe
Bediüzzaman’ın Hayatı’ndan Tesbitler (134)

Her konuda olduğu gibi Bediüzzaman’ın Risale-i Nur Külliyatı’nda Jön Türkler ile ilgili de tesbitler vardır. Bediüzzaman Hazretleri, 1893’de on beş-on altı yaştaki çağında, her halde Osmanlılardaki Cumhuriyetçi Jön-Türk ve hareketleri hakkında fazla bir bilgisi olmadığı, lâkin iki sene sonra, yani 1894-95’de Mardin’de bulunduğu günlerde, Namık Kemal’in hürriyet hakkındaki tasvirli ve edebiyatlı rü’yasını-çok intişar ettiği için-görmüş veya işitmiş olabileceği, dolayısıyla Jön-Türklerin (meselenin esası itibariyle) haklı olan hürriyet, Cumhuriyet dâvâlarını bir cihette desteklemiş olduğu anlaşılmaktadır. Demek ki, Hazret-i Üstad, Jön-Türk hareketi olan Hürriyet ve Cumhuriyet dâvâlarını görmeden ve iç yüzünü bilip işitmeden iki sene evvel, İslâm dairesinin Padişahlık ve tek rey(riyaset-i şahsiye) tarzı değil, Cumhuriyet tarzında olmasını daha iyi bulmuş ve ta o zamanlar bir cihette onun müdafaasını yapmıştır. 1

Bediüzzaman’ın dini inciten Jön Türklere muhalefeti

Tarihçe-i Hayat’ta kayda geçen bir kısım Bediüzzaman’ın bazı Jön Türklerin dini incittiğine dair manidâr bir tesbiti olarak görülüyor. 

Şöyle ki; “Bediüzzaman’ın İstanbul’da hayatı, bir derece siyasîdir. Siyaset yoluyla İslâmiyete hizmet edilecek diye kanaat besliyordu. Siyasî hayata karışması, İslâmiyete hizmet aşkının bir neticesi idi. Daima hürriyet taraftarı idi. Gördüğü haksızlıklardan dolayı Jön Türklere daima muhalefette bulunarak, “Siz dini incittiniz, gayretullaha dokundunuz, şeriatı tezyif ettiniz; neticesi vahim olacaktır” diye izhar-ı muhalefetten çekinmiyordu.” 2

Jön Türkler ve Şeyn Türkler

Bediüzzaman, Münâzarât isimli eserinde “Jön Türkler” ile ilgili olarak kendisine sorulan bir suale cevap verirken, sosyal ve siyasî hayatta dikkat edilmesi gereken çok çarpıcı bazı tesbitlerde bulunuyor:

“Sual: Bazı nâs, senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a’mâl ve etvârı pis tefsir ediliyor. Zira bazı Ramazan’ı yer, rakı içer, namazı terk eder. Böyle, Allah’ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadâkat edecektir?

Cevap: Evet, neam, hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadâkat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san’at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mehareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezaife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San’atta maharet ise müreccahtır. 

Hem de o sarhoş namazsızlar Jön Türk değiller, belki şeyn Türktürler. Yani fena ve çirkin Türktürler. Genç Türklerin râfızîleridirler. Herşeyin bir râfızîsi var. Hürriyetin râfızîsi de süfehâdır.” 3

Görüldüğü üzere Bediüzzaman millete hizmet ve sadâkatte şahsî kusurların değil, iş ve sanatın önemine dikkat çeker. Sanatta ise-ki devlet yönetimi de öncelikle ehliyet ve sanat ister-maharetin, yani ehliyetli olmanın gerekliliğini ifade eder. Soruda ifade dilen o sarhoş ve namazsız olanların Jön Türk olmadığını, belki Şeyn Türk olduklarını söyler. Lemaat eserinde “Şu Jön Türkün hatası: Bilmedi o, bizdeki din hayatın esası; millet ve İslâmiyet ayrı ayrı zannetti.” 4 ifadesi ile belki de bu Şeyn Türklere dikkat çekiyordur. Bediüzzaman Hazretleri, Jön Türklerin bozuk ve dinsiz kısmını Şeyn Türkler olarak tarif ediyor. Şeyn kelime olarak kötü, yaramaz, kabahatli ve ayıplı demektir. Onların bozuk kısmı Jön değil, Şeyn’dir. Yani yaramaz, ayıplı ve çirkindir. Ama bütün Jön Türklere bu nazarla bakılamaz.

Jön Türkler dine zarar mı veriyorlar?

Yine Bediüzzaman Jön Türklerle ilgili olarak sorulan başka bir soruya cevap verirken, Jön Türklerin içindeki bu karmaşık yapılanmaya dikkat çekiyor:

“Sual: “Eskiden beri işitiyoruz ki, bazı Jön Türkler masondurlar, dîne zarar ediyorlar.”

Cevap: İstibdat, kendini ibka etmek için şu telkinatı vermiştir. Bazı laubalilik dahi, şu vehme kuvvet veriyor. Fakat emin olunuz ki, onların masonluğa girmeyen kısmının maksatları dine zarar değildir, belki milletin selâmetini temin etmektir. Fakat bazıları dine lâyık olmayan barid taassuba müfritane ilişiyorlar. Demek, hürriyete ve meşrûtiyete hizmetleri sebkat eden (geçen) veyahut kabul eyleyenleri Jön Türk tesmiye ediyorsunuz. İşte, onların bir kısmı İslâmiyet fedaileridir, bir kısmı da selâmet-i millet fedaileridir. Onların ukde-i hayatiyelerini teşkil eden, mason olmayan ekseri, İttihat ve Terakkîdir. Ve sizin şu aşairiniz kadar ulema ve meşayih, Jön Türkler meyanında mevcuttur. 

Vakıa onlarda bir takım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunur; lâkin yüzde ondur, yüzde doksanı sizin gibi mûtekid müslimlerdir. (Hüküm ekseriyete göre verilir.)” 5

Bediüzzaman farkı bu izahlarda da görülüyor. İstibdadın kendi istikbalini devam ettirebilmek için cepheyi değiştirip nazarları başka yere çekerek “Jön Türkler masondurlar, dîne zarar ediyorlar” şeklinde telkinat verip hedef şaşırttıklarını ifade ediyor. Jön Türkler içinde bulunan bazı laubali davranışların da, şu vehme kuvvet verdiğini söylüyor. Hatta onlarda bir takım edepsiz, çok sefih masonlar dahi bulunduğunu; lâkin yüzde on civarında olduğunu, yüzde doksanın itikatlı Müslümanlar olduğunu, hükmün eksere, yani çoğunluk üzere bina edileceğini ifade ediyor. Jön Türkler içinde bulunan ve masonluğa girmeyen kısmının maksatlarının dine zararı olmadığını, belki milletin selâmetini temin etmeye çalıştıklarını söylüyor. Fakat bazıları dine lâyık olmayan barid (soğuk) taassuba müfritane iliştiklerini ifade ile onların bir kısmının İslâmiyet fedaileri olduğunu, bir kısmının da selâmet-i millet fedaileri olduklarını belirtiyor. 

Bediüzzaman gibi bir müceddid elbette her meseleyi mizan-ı şeriatla ölçüp tartacak ve öyle hüküm verecek. Bu meselede de bunu görüyoruz.

Dipnotlar:

1- Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt-I, s. 114. 

2- Tarihçe-i Hayat, 2013, s. 86. 

3- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 236. 

4- Eski Said Dönemi Eserleri (Lemaat), 2013, s. 682.

5- Eski Said Dönemi Eserleri (Münâzarât), 2013, s. 255.

Okunma Sayısı: 2165
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Ali

    30.9.2021 10:43:46

    Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadâkat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san’at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mehareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezaife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San’atta maharet ise müreccahtır. Bu kısımdan şunu anlıyorum: 1- İslami faziletle donanmayandan hakiki; hamiyet, doğruluk adalet beklenmez. 2- Ama hayatta bu ikisi ayrışınca salahat yerine maharet tercih edilir. Faziletli görünüpte; hamiyetsiz maharetsiz adaletsizlere ne demeli?

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı