30 Mayıs 2011, Pazartesi
Daha hiçbir varlık yokken, Yüce Rabb’imizin “Kün!” emriyle meydana gelen “Büyük Patlama” sonucu, yine O’nun emir ve iradesiyle, kâinattaki bütün yıldız, galaksi ve diğer varlıklar, ana mihverinden ayrılarak, bulunması gereken menzillere yerleºtirildi.
Bunlar içinde, kâinatın kalbi mesabesinde yaratılan ve beºerin hayatının vaz edileceği dünyamız, baºlangıçta bir ateº topu gibi olan vaziyetinden alınarak, soğutulup, hayata lüzumlu hava, su, toprak ve dağlar vb. unsurlarla donatılıp, diğer canlılar ve bitkilerin yaratılmasıyla, insanoğlunun yaºayıºına uygun hale getirildi. Hayat ºartlarının uygun hale getirilmesi üzerine, en muhteºem varlık olan insanoğlunun da yaratılarak yeryüzüne gönderilmesiyle bildiğimiz hayat hadisesi baºlamıº oldu.
Bu ve benzeri yaratılıº mu'cizelerinin her birisinin yaratılıº ve mahiyetlerine ait malûmat, kitaplara sığmayacak kadar geniº ve uzundur. Gündemde bulunan yanardağ patlamaları dolayısıyla, biz bu yazımızda, yaratılıº mu'cizelerinden İsm-i Celâl ve Kudret’in muhteºem bir tecellisi olan dağlar ve volkanlar ve onların yaratılıº hikmetlerinden bahsedeceğiz.
Dağların yaratılmasında, gerek insanın istifadesine bakan yüzü ve gerekse yaratılıº mu'cizeleri açısından binlerle hikmet vardır. Yüce Rabbimiz Nebe Sûresi 6-7. âyetlerinde, “Dağları birer kazık yapmadık mı?”, Enbiya Sûresi 31. âyetinde “Yeryüzünde onları sarsıntıya uğratır diye sabit dağlar yarattık.” ifadeleriyle, dağların, arz gemisinin sıhhat ve selâmeti için, omurgalar mahiyetinde yaratıldığını belirtmektedir. Bununla birlikte dağlar, öncelikle anasır-ı erbaadan (dört unsurdan) toprağın anası olması yanında, içinde depolanan hayat suları ve nehirleri, insanlığa faydalı binlerce çeºit madenleri, üzerinde insanlara nimet olarak barındırdığı binlerce çeºit hayvanat ve nebatat envalarıyla, kâinatta en büyük nimet olan ve bütün harekâtın merkezinde bulunan “hayat” nimetinin tam ortasında yer alır.
Teknoloji ve atom çağının büyük Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur’un Âyetü’l-Kübra (7. ªuâ) isimli risâlesinde “dağlar”dan ºöyle söz edilir:
”...Sonra dağlar ve sahralar, seyahat-ı fikriyede bulunan o yolcuyu çağırıyorlar, ‘Sahifelerimizi de oku!’ diyorlar. O da bakar, görür ki: Dağların küllî vazifeleri ve umumî hizmetleri o kadar azametli ve hikmetlidirler; akılları hayret içinde bırakır. Meselâ: Dağların zeminden emr-i Rabbanî ile çıkmaları ve zeminin içinde, inkılabat-ı dâhiliyeden neº’et eden heyecanını ve gazabını ve hiddetini, çıkmalarıyla teskin ederek; zemin o dağların fıºkırmasıyla ve menfeziyle teneffüs edip, zararlı olan sarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan kurtulup, vazife-i devriyesinde sekenesinin istirahatlarını bozmuyor. Demek nasıl ki sefineleri sarsıntıdan vikaye ve muvazenelerini muhafaza için onların direkleri üstünde kurulmuº; öyle de dağlar, zemin sefinesine bu mânâda hazineli direkler olduklarını, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan ‘Dağları birer kazık yapmadık mı?’ (Nebe/7), ‘Onda sabit dağlar yarattık’ (Kâf/7), ‘Dağları sapasağlam dikti’ Naziat/32) gibi çok âyetlerle ferman ediyor.
“Hem meselâ, dağların içinde zîhayata lâzım olan her nevi menba’lar, sular, mâdenler, maddeler, ilâçlar o kadar hakîmane ve müdebbirane ve kerîmane ve ihtiyatkârane iddihar ve ihzar ve istif edilmiº ki; bilbedahe kudreti nihayetsiz bir Kadîr’in ve hikmeti nihayetsiz bir Hakîm’in hazineleri ve anbarları ve hizmetkârları olduklarını isbat ederler, diye anlar. Ve sahra ve dağların dağ kadar vazife ve hikmetlerinden bu iki cevhere sairlerini kıyas edip, dağların ve sahraların umum hikmetleriyle, hususan ihtiyatî iddiharlar cihetiyle getirdikleri ºehadeti ve söyledikleri ‘Allah Birdir’ tevhidini, dağlar kuvvetinde ve sebatında ve sahralar geniºliğinde ve büyüklüğünde görür, ‘Âmentü Billah’ der.”
Bu yüzden, baºta bütün kâinat ve âlemler kendisinin hürmetine yaratılan Yüce Resul (asm) olmak üzere, beºerin güneº ve yıldızları olan yüz binlerce enbiya ve milyonlarca asfiya ve muhakkikinin hep nazar-ı ibretini cezp etmiº ve istinatgâhı olmuºtur muhteºem dağlar.
Hz. Âdem (as) mevcut hâli ve âlem-i gaybdaki muhteºem görünüºüyle Arafat Dağı’nın sinesine inmiº, Hz. Musa Tur-u Sina’da arz-ı kelâm etmiº, beºerin Andelib-i Ziºânı olan Hz. Muhammed (asm), Rabbinden ‘kâinatı okuma’ emrini Hira Dağı’nda almıº; yanık ve güzel sesiyle Hz. Davud’un okuduğu Zebur âyetlerinin okunmasına iºtirak ederek, onunla birlikte zikir ve tesbih etmiºtir dağlar.
Yaratılıºındaki engin mu'cizeler ve beºere faydalı binler nimet ve hikmetleriyle, insanlığı emziren bir ana vazifesi gören muhteºem dağlar, emir tahtında Allah’tan aldığı nimetleri insanlara bahºederken, bazen de asi ve ºükürsüz insanları ikaz ve ibret için, büyük patlama ve gürültülerle sarsılır ve beºeri de sarsar.
Bazen de azamet-i İlâhiye’nin ve İsm-i Celâl ve Kahhar’ın tecellisini ve kızgınlığını izhar etmek için, bugünlerde, aynen İzlanda’daki Eyjafjallajokull isimli yanardağının bombalarla patlamasında olduğu gibi, beºerin bütün dikkatini üzerine çekerek, menfezinden akıttığı ateº nehirleri ve püskürttüğü külleriyle, adeta lisan-ı hâliyle beºere bağırarak ºöyle der: “Emr-i İlahi’yle Yerküre’nin binlerce metre derinliğinden, Mağma’dan alarak, menfezimden insanlığın nazarına püskürttüğüm lavlar ve küller tesadüf eseri olamaz. Bunda, püskürtülen kül ve lavların zerreleri sayısınca hikmet ve mu'cizeler var. Emir tahtında hareketim sonucu lav ve küllerim karºısında, insanlık olarak, acze düºtünüz. Medeniyet ve teknoloji harikası uçaklarınız alanlarından kalkamıyor, vasıtalarınız çalıºmıyor. Yoksa küllerim karºısında acze düºüp mağlûp mu oldunuz!... Yok, amacım sizi mağlûp etmek değil; patlayan volkanlarımdaki ‘Kâinatın sahibi bir Allah’tır, her ºeyin sahibi ve dizgini O’nun elindedir…..’ narasını âleme ilân etmek ve O’nun kâinattaki bütün muhteºem san’at ve harikalarını göstermek, kısacası, gözünüzü açtırıp, baºta insan olarak kendinizi ve O’nun âyetleri olan kâinatı okutturmaktır.”
Biz her volkan patlamasında bu ve benzeri hikmetleri tefekkür eder, her defasında Hz. Musa’nın binlerce yıl öncesinde, Tur-u Sina Dağı’nda yaºadığı muhteºem halin bir benzerinin hatırasını yaºarız.
Araf Sûresi 143. âyetinde anlatılan bu ibretli hadiseyi, volkanların püskürttüğü lav ve küllerin manzaralarını seyrederek birlikte yad edelim:
“Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. ‘Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana’ dedi. Rabbi ona buyurdu ki; ‘Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de Beni göreceksin.’ Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düºtü. Ayılıp kendine gelince, ‘Sen Sübhansın. Tevbe ettim, Sana döndüm ve ben inananların ilkiyim,’ dedi.”
Dağlar ve yanardağlarla ilgili bu hakikat, hikmet ve duyguları yaºarken; aynen toprak ve dağ unsurunda olduğu gibi, en evvel mahlûkatın teneffüsü olmak üzere ses, elektrik, görüntü dalgalarının nakli, bitkilerin döllenmesi, balon ve uçakların havada seyr ü seyahati vb. beºere pekçok faydası bulunan hava unsurunun, hâkim güçler tarafından suistimal edilerek, hava vasıtasıyla beºerin, hususan ehl-i imanın baºına bombalar yağdırılması ve zenginlik kaynaklarının, namus ve manevî değerlerinin hortumlanmasına bedel, emr-i İlâhî ile buğzeden hava unsurunun hortumları vasıtasıyla, bunu yapanları ikaz edip tokatlaması, volkanların patlamasındaki ikaz ve ibretli manzaranın bir baºka versiyonu olarak zikredilebilir.
Ne mutlu, yaratılan her zerrede ve meydana gelen her hadisede O’nun âyetlerini okuyup, hikmetini tefekkür ve idrak edebilenlere...
Okunma Sayısı: 1254
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.