21 Mart 2013, Perşembe
Kadına karşı şiddet, çocuğa karşı fena muamele, yaşlıların ölümünü arzu etme…
Gün geçmiyor ki haberlerde benzer başlıkları duymayalım, okumayalım.
Ne oluyor? Bu içtimaî belâdan nasıl kurtulabiliriz?
Neden güçlüler gücünü kötüye kullanıyor? Nasıl engelleyebiliriz?
Neden gençler, bir gün kendilerinin de yaşlanacağını düşünmüyor? Nasıl uyandırabiliriz?
Kanun çıkaralım. Emirler verelim, yasaklar koyalım. Uymayanı hapse atalım.
Ama kanunumuz var zaten. Hem de adı “Medeni Kanun”, neredeyse doksan yıllık. Ceza Kanunlarımız da var. Hapishanelerimiz de hem pırıl pırıl, hem tıklım tıklım!
Olmuyor. İşe yaramıyor.
O zaman öbür çare: Eğitim şart.
Yani eğitelim o zaman. Yeni okullar açalım. Yeni kitaplar yazalım. Yaygın eğitim de verelim. Televizyonlar da ders versin.
Ama “bilimsel” çalışmalar da gösteriyor ki şiddetin azalması ile diplomanın artması arasında “anlamlı bir ilişki” yok. Kültürel gelişmişlikle şiddet eğilimi arasında da, aynı şekilde, bilinen bir ilişki yok. (Bunu bile bilemeyen bilimsel bilim ne işe yarıyorsa!)
Zaten “terbiye” terbiye olmaktan çıkıp “eğitim” olalı problemlerimiz arttı.
Ya da “mürebbiye”ler Fransız olalı beri, biz de hayata ve fıtrata Fransız hale geldik.
Fransız tarzı l’école (okul), mektebin medresenin arazisine, adeta bir gecekondu gibi dikileli, aile terbiye yuvası olmaktan çıktı.
Kadının anneliği, sadakati ve mahremiyeti bitirildi ve ailedeki direk çökertildi. Sonra baba denilen örtü de çadırın üzerinden kaldırıldı ve aile “dışarı taştı”.
Boynuzsuz koyun statüsünde olan “Latife” hanım cinsi, boynuzlu koçtan hakkını alacağı günden ümidini kesti hatta o günün bir gün geleceğini unuttu.
Boynuzlu koçlar durumundaki gençler, ve zenginler, ve erkekler, ve beyazlar, ve bilmem hangi milletten olanlar, diğerlerini ezip geçmekle tehdit edip korkutan boynuzlarının ve ezip geçmekle tehdit eden pazularının hesabını vereceklerini unuttular.
Ve korku başladı: Zayıf güçlüden korktu.
Devlet güçlünün eline geçti. Zayıfın korkusu arttı. Zayıfları tahrik edenler anarşiyi doğurttu.
Sokak erkeğin eline geçti. Önce kadınların korkusu bir kat daha arttı. Sonra kadınlar birleşti, güçlendi ve erkekleşti, Erkekleşen ve hırsızlaşan kadınlar erkeklerin hayasını çaldı, kendileri de “haya”sızlaştı.
Hak, Hakim-i Rahim’in elinden, şefkati yanlış kullanan yetişkinin eline geçti. Çocuklar da fıtraten korktu. Sonra şımardılar ve dizgini ele geçirdiler.
Adalet terazisi Allah’ın elinden, adı “temis” ama kendisi “habis” ve “pis” bir putun eline geçti. Adaleti bu dünyada da bekleyenlerin ümidi hepten söndü.
O halde çare:
Eğitim şart. Ama ailede ve bilhassa tam gün öğretim yapan anneden alınanı. Ve “boynuzsuz koyunun boynuzlu koçtan hakkını alacağı” günün mutlaka geleceğine kuvvetle iman ettiren bir eğitim.
Kanun da ceza da şart. Ama Allah namına konulacak bir kanun olmalı. Ve ahiretteki büyük cezadan kurtaracak hakikî bir ceza olmalı. Korkuya ve vehme değil, vicdana hükmetmeli.
Hak ve hürriyetlerin tam olması da şart. Kadının, meselâ “dernek kurma” hakkı olmalı. Zira haktan feragat şart değil.
Kadının meslek sahibi olma ve çalışma hakkı da olmalı. Aç-açık kalmak da, doymak için harama girmek de elbette mübah değil.
Ama kadının fıtratını muhafaza hakkının korunması her şeyden önce gelmeli. Zira neslin sıhhati de bereketi de ona emanet.
Hak-hukuk tanımayan erkekler korkutuyor, bu kötü. Ama hak hukuk bilmeyen kadınlar her şeyi dünyada halletmeye kalkıyor ve dengeyi bozuyor. Hatta içlerinden bazıları gruplaşıp güçleniyor, ama hak aramakla yetinmeyip korkutanları korkutuyor.
Allah bizi “korkanların korkutmasından” muhafaza etsin.
Okunma Sayısı: 1678
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.