Taksim’i niye yazmıyorsunuz?
Biz de soralım o zaman:
Ne diyelim bu Taksim hakkında?
Ne yazalım ki taksimât sona ersin?
Ne söyleyelim ki “Taksim’i taksim” dursun?
Ne basalım da “cemiyeti taksim” son bulsun?
Ne kuralım da kurduğumuz mani siyaseti taksime mani olsun?
Siz biliyor musunuz? Biliyorsanız siz söyleyin o sihirli cümleyi.
Aslında son yazımızın son cümlesi söylüyordu galiba her şeyi: Dönüşüyor muyuz, dönüştürüyor muyuz, dönüştürülüyor muyuz?
Sihirli cümle dedik de…
Bir sihirli şiir aklımıza geliverdi!
Sizin de üstadınız mı bilmem. Ama Başbakanımızın ve hocalarının ve de yakın dostlarının çoğunun üstadıdır o;
Necip Fazıl.
Müthiş şairdir.
Herhalde kerameti de var.
Öyle olmasaydı, şu muhteşem Taksim şiirini yazabilir miydi!
«««
Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;
Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,
Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.
Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina;
Evde cinayet, tramvay arabasında zina!
Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil;
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil!
Ve ferman, kumardaki dört kralın buyruğu;
Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu!
Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama,
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma!
Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan!
Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan!
Allahın on pulunu bekleye dursun on kul;
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!
«««
Üstadları bu şiiri kime yazmış? Siz bilirsiniz.
Ya şunları da bilir misiniz:
Şiirinin yukarıya aldığımız kısmındaki son mısralarındaki kuzu kim?
Ya kurt kim?
Taksim neyin taksimi?
Anlayan beri gelsin. Taksimattan berî (temiz-pâk) olsun.