15 Ağustos 2013, Perşembe
Ergenekon dâvâsında ne noktadayız? ETÖ kısaltmasına artık gerek kalmadı diyebiliriz. Zira mahkeme böyle bir terör örgütünün varlığını tesbit etti, örgütün icraatlarını deşifre etti, üyelerinden bir kısmını teşhis etti.
Şimdi Yargıtay temyiz incelemesi yapacak.
Yargıtay için üç ihtimal var:
Birinci ve en düşük ihtimal: “Böyle bir örgüt yok, deliller var demek için yeterli değil. Kararı bu sebeple bozuyorum.”
İkinci ve en kuvvetli ihtimal: “Örgüt var, deliller yeterli, ama bazı sanıklarla ilgili verilen kararlar yanlış veya eksik, kararı onlar yönünden bozuyorum.”
Üçüncü ve yine zayıf bir ihtimal: “Örgüt var, delilleri de tamam, kararda sanıklarla ilgili bir hata da yok, kararı tasdik ediyorum”.
Halkın konuya yaklaşımı da şöyle:
Birincisi marjinal bir kesimin yaklaşımı: “Ergenekon diye bir ‘terör’ örgütü yok. Sadece siyasî bir oluşum var ve bu oluşum ‘gerçek vatanseverler’den oluşuyor. Ama iktidarı elde eden vatan hainleri ya da onların şuursuz uşakları bu vatanseverleri safdışı etmek için adliyeyi kullanıyor.”
İkinci ve daha fazla sayıda kişinin katıldığı yaklaşım: “Terör örgütü var, devlet ve yargı bu örgütü çökertmeye çalışıyor, ama bu arada bazı deliller karartılıyor ve diğer bazıları da abartılıyor ve hukuken masum bir çok kişi de siyaseten farklı görüşte oldukları için bu kapsamda cezalandırılıyorlar.”
Üçüncü ve en büyük ekseriyetin yaklaşımı ise şu: “Örgüt var, ama sadece bir kısmı çözülebildi. Bu soruşturmayı ve dâvâyı yürüten devlet ve yargı mekanizmasında kötü niyetli kimse yok, olsa olsa adlî hatalar olabilir, onlar da düzeltilir ve düzeltilmeli.”
Birinci gruptaki marjinaller Yargıtay’ın yukarıda saydığımız üç ihtimalden birinci ihtimale yönelmesini istiyorlar. Ama böyle bir beklentilerinin kalmadığı da açık.
İkinci gruptaki endişeliler adaletin tecelli edeceği hususunda daha iyimserler. Ama bir yandan da daha iyi bir yargı düzeni için endişelerini ifade ediyorlar.
Üçüncü gruptaki iyimserler ise basit adlî hataların Yargıtay aşamasında düzeleceğini düşünüyorlar ve Ergenekon örgütünün çökertildiği hususunda iyimserliklerini muhafaza ediyorlar.
Bu arada, bir teknik bilgi de verelim: Türk Ceza Kanununun 309. maddesi (eski 146. madde) “Anayasal düzeni ihlâl” suçunu düzenliyor.
Bu suç “konuşmak ya da yazmak”la değil, ancak “cebir ve şiddet kullanarak” işlenebilir.
Bu cebir ve şiddetin, “Türkiye Cumhuriyeti anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye” yönelik olması gerekir.
Bu suç işlenmiş ve sonucu gerçekleşmiş ise suçu takip ve suçluya ceza verecek bir devlet kuvveti de kalmamış demektir. Yani bu suç, ancak teşebbüs aşamasında kalacak fiil ve davranışlar için cezalandırılabilen bir suçtur.
Bizim kanaatimize gelince, bu örgütü, adının ne zaman konulduğundan bağımsız olarak ve fikir ve idealleri açısından düşünmeliyiz.
Yaklaşık yüz yıldan bu yana toplumsal yapımızda kök salmış olan, kurulan her siyasî ya da sosyal oluşuma nüfuz ederek onu kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmeye çalışan derin bir örgütten bahsediyoruz. Adeta yedi başlı bir canavar biçiminde yaşayan bir örgüt bu.
Devlet ve yargı böyle bir örgüte darbeler vuruyor, ama; darbe vuran da, izleyen de, haydi vur diyen de, hangi yargısal darbe ile örgütün kaçıncı başını uçurduğunu ya da neresine zarar verdiğini tam bilemiyor.
Yukarıda saydığımız ikinci yaklaşıma sahip olanlar bu konuda temkinliler, üçüncü yaklaşım sahipleri ise daha iyimserler. Aslında yaklaşım tercihi için bu canavarı besleyen şeyin ne olduğuna bakmak lâzım: Antidemokratik fikirler.
O halde canavarı tam öldürmek için hangi aşamadayız? Sorum size.
Okunma Sayısı: 1407
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.