Okuyucularımızın yakından bildiği “malikiyet ve serbestiyet devri” bir bireyselleşme döneminin adıdır.
İnsanlığın bireyselleşme süreci bunun bir yansıması ve muhassalasıdır. Bu yüzden sosyolojinin en önemli meselelerinden biri; feodalitenin, ağalığın bitirilmesi konusudur.
Fert olarak insanın bireyselleşme süreci de insanı insan yapan ve bağımsızlaştıran en önemli aşamadır. Yetişkinlik sonrası bir birey olarak yaşayabilen ve kendi kararlarını kendisi alabilen her fert tam bir insandır.
Elbette insan insana muhtaçtır, ama aslolan ihtiyaçla isteğin mübadele ve takas edilmesidir. Muhtaç olan ihtiyacını kendisi hissedip bildirince yardıma koşulması da bu kapsamdadır.
“Senin yerine ben karar veririm” baskısı altındaki insan hakiki insaniyetten uzaktadır. Baskıya direnme şuurundan mahrumiyet zayıf bir imanın göstergesi ve neticesidir.
Aklını şeyhinin ya da ağasının cebine koyanlarla fikren muhatap olmak dahi zordur.
Osmanlı Devletinde devlet katlarında hukukî bir statüyü ve ayrıcalığı ifade eden “efendi, bey, paşa” gibi unvan ve lâkapların kaldırılması cumhuriyetin hukukta eşitlik idealine uygun olabilir. Ama önemli olan bunların fiilen bitip bitmediğidir.
Tek parti dönemi siyaseti de toprak ve tarım reformu gibi uygulamalar da bilhassa doğu ve güneydoğudaki ağalık sistemini bitirebilmiş değildir.
Türkiye’de çoğunluğun cemaat algısı, tarikatların da tesiriyle, maalesef, bir kollektif bilinci değil bir biat ve tabiiyet kültürünü ifade eder haldedir.
Bir tür cemaat örgüsü olan aşiret kavramı açısından durum daha vahimdir. İçine doğulan aşirete mensubiyet ve reisine tabiiyet, bir tür normal durum gibi algılanır.
Kürtlük bilincine sahip olanlarca kurulan partiler öteden beri bu meseleyi gündemde tutar. Ama bizce bu sadece bir “görünüşte muhalefet” halidir.
Bunu şuradan anlıyoruz:
Seçimlerde, ağalık sisteminin geçerli olduğu yörelerdeki sandıklarda bütün oylar aynı yönde, ama o parti ya da adayı yönünde çıktığında buna itiraz etmezler.
Esasen bir sandıkta bütün oyların aynı yönde çıkması anlamındaki “tulum oy” demokrasiye zıttır ve o sandık çevresinde demokrasinin işlemediğinin göstergesidir.
Meselâ YSK kayıtlarına göre 2024’teki milletvekili seçiminde Şırnak’ın Uludere ilçesinde ilçe genelinde Sol Partiye 133, MHP’ye 510, İYİ Partiye 302, CHP’ye 1936, Yeşil Sol Partiye 12026 oy çıkmış iken iktidardaki AKP’ye 4882 oy çıkmış. Problem yok. Tercih böyle.
Bu oy tablosu dengeli ya da dengesiz biçimde sandıklara ve köylere de dağılmış. Bu da tercihtir.
Ama Bağlı Köyü sandığından çıkan sonuç şaşırtıcı:
Bağlı’da Sol Partiye 2, MHP’ye 1, İYİ Partiye 1, CHP’ye 4, Yeşil Sol Partiye 153 oy çıkmış ama AKP’ye sadece 2 oy çıkmış. Komşu köylerle bu köyün arasındaki bu farkı hiçbir sosyolojik ilke ile izah etmek mümkün değil.
Benzerini çok seçimde çok yerde çeşitli partiler açısından gördüğümüz bu durum bir korkudan kaynaklanabileceği gibi iradesini ağanın cebine koymuş olmaktan da kaynaklanabilir.
Gelişmiş ülkeler demokrasinin gelişme dönemlerinde bu problemi çözebilmek için çeşitli zorlayıcı uygulamalar yapmışlardır.
Bunlardan biri asgarî rey mecburiyeti uygulamasıdır: Birden çok partiye ya da adaya en az üçer oyun çıkmadığı sandıklardaki oylamaların geçersiz sayılması ve gerekirse buralarda seçimlerin yenilenmesi kuralı, seçmeni çeşitlilik konusunda cesaretlendiren ve dolayısıyla “tulum oy”u önleyen önemli bir sınırlamadır.
MHP’nin başlattığı yeni sürecin gerçek bir demokratik açılım süreci olarak ilerlemesi için ön şartlardan biri de budur.
Seçim sistemi değişikliği teklif etmek de bu işin bir parçasıdır.