“Ben yaptım oldu” ve “ben yaparım olur” zihniyeti AYM sağduyusundan bir yumruk yemiştir. Gerisi gelecektir. Ringe yaklaşan yumruğu yiyecektir. Adalet bu. Döver abi! Hatta bu maç nakavtla biter. Biz sadece kaçıncı rauntta olacağını kestiremiyoruz.”
Bugün ikinci bir yumruktan bahsedelim:
Anayasa Mahkemesi geçen hafta barış bildirisi imzacısı akademisyenlerin bu eyleminin ifade hürriyeti kapsamında kaldığına hükmetti. Sekiz sekiz eşitlikte karar Başkan Zühtü Arslan’ın oyunun iki puan sayılması sayesinde alındı.
İçeriğine katılıp katılmadığımızdan bağımsız olarak, bizce de fikir açıklama hürriyeti kapsamında kalan bu bildirinin yargılanması vesilesiyle hem hukuk düzenimiz önemli bir eşiği aşmış oldu ve hem de siyasi fay hatlarındaki kırılmanın açığa çıktığını gördük.
Zira geçen hafta “yandaş medya” kendi içinde iki yana savruldu. Bir taraf Arslan’ı ve dolayısıyla kararı desteklerken diğer taraf Arslan’a neredeyse “…öcü” damgası vuracak kadar ileri gitti.
Bu ve benzeri kritik konularda ipin ucunun kimin elinde olduğunun belli olmadığı bir dönemden geçiyoruz. Belki de ipin ucu boştadır ve kapanın elinde kalıyordur!
Başkan Arslan bu kritik karardan birkaç gün önce verdiği bir mülakatta kendisi gibi hâkimlerin durumunu “ne İsa’ya ne Musa’ya yaranmak” olarak anlatmış ve bunun aslında normal ve hatta gerekli olduğunu da bildirmiş.
Bize göre bu durum “iki arada bir derede” ya da “iki ateş arasında” kalmak olarak da tarif edilebilir.
Ama aslında neticede iki ateş arasında kalan AKP iktidarıdır. Çünkü terörist olma iradesi bulunmayan masum kişileri kast yokluğuna bakmadan terörist sayıp cezalandırmaktan kaynaklanan geniş çaplı adaletsizlikler var. Bunların hâkimlerin müstakil iradesinden kaynaklanmadığını, AKP iktidarının doğrudan ürünü olduğunu artık herkes kabul ediyor.
Dolayısıyla AYM’nin kamuya mal olmuş davalarda hak ihlali tesbiti yapması iktidara ve kurduğu adalet sistemine yönelik açık eleştiri niteliğinde.
İktidar da bunun ve sosyal sonuçlarının farkında ki habire adalet reformu yapmaya çalışıyor.
Hâlbuki bir metali bile sürekli eğip bükerseniz ısınır ve kırılıverir. Adaleti sık sık ve hatta sürekli olarak yeni bir şekle sokmaya kalkmak da onun kolunun bacağının kırılmasına sebep oldu.
Bu arada bazı “önemli” kişilerin ısınıp kırılmasını da not etmemiz lazım:
Türkiye Barolar Birliği Başkanı ve Ankara Hukuk Fakültesinin eski dekanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu “adalet reformu” çalışmaları ile ilgili olarak, yakınlarda gelecek başka tokatların da habercisi olan şu ilginç cümleleri söylemiş:
“Dünyada, ‘Türkiye bu konuda ciddi değildir, oyalama taktiği içindedir, hukuk devletini güçlendirme niyeti yoktur, demokrasiden sapmıştır’ diyenlere tokat gibi cevap olacaktır. Hukuk devletini güçlendirmeyi düşünmeyen bir devlet, niçin bir buçuk senedir on binlerce kişinin emek harcadığı bir reform paketi hazırlama işine girişsin ki? Burada bir samimiyet vardır.”
Üzerinde bir buçuk senedir çalışılan ve on binlerce kişinin hazırladığı bir paketten söz edilmesini anlayamadık.
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün ve Bakanlık Bürokratlarının bu konuda samimi oldukları fikrini ise doğru kabul etmek istiyoruz.
Neticeyi yakında göreceğiz. Bilhassa terör örgütü üyeliğinde suçun manevi unsuru ve cezalandırmanın ön şartı olan “terör örgütü”ne üye olma “kastı”nın ispatı meselesinin nasıl çözüleceğini de kendilerinden bekliyoruz.
Aksi halde onlar da üç yönden gelecek iki ateş arasında kalacaklar:
Zaman yani mazi ve müstakbel.
Mekan yani Dünya ve Türkiye.
Ve insan yani akıl ve kalp…
Soracaklar ve soruyorlar: Adaleti gerçekten istiyor musunuz?