12 Eylül 2013, Perşembe
Bazı yazılarımızda, Anayasamızda da bir temel prensip olarak yer alan “kuvvetler ayrılığı ilkesi”ni önemsediğimizi gösteren vurgular okuyorsunuz.
Bilhassa başkanlık sistemi tartışmalarında ve Başbakan’ın “tek adam” olmakla eleştirildiği yazılarımızda, bu vurgu görülüyor.
Buna karşılık bazı okuyucularımız bu ısrarımıza itiraz ediyorlar:
-“Dinî kaynaklarda yeri yok” diyorlar.
-“Tarihimizde tatbiki yok” diyorlar.
-“Batı icadıdır, bize lâzım gelmez” diyorlar.
Özetle “İslâmî açıdan şart değil” diyorlar.
Biz de bu itirazları karşılayacak delil bulmakta zorlanıyor idik.
Geçen akşam bir dost meclisinde müzakere edilen bahis bize kâfi derecede delil verdi. Şöyle:
Bediüzzaman sosyal hayata dair eserlerinde, modern çağın makul İslâm Devletinin Kur’ânî kodlarını ve şifrelerini veriyor mu? Evet.
Bir devlet sistemi problemine onun devlet felsefesinden delil bulunduğunda doğru delile ulaşılmış olur mu? Evet. (Bu gerçek her geçen gün daha geniş çevrelerce kabul görüyor).
İşte, Bediüzzaman’ın Devlet Felsefesi kitaplarından biri, yaklaşık yüz yıl önce yazılmış olan Münâzarât.
Kitabın amacı, anayasalı devlet sisteminin yani o günkü adıyla meşrûtiyetin ve bu günkü adıyla demokrasinin İslâmiyete uygun bir sistem olarak kurgulanmasının mümkün ve hatta çağın bir zarureti olarak gerekli olduğu fikrini delillendirmek ve anlatmak.
Demokrasinin olmazsa olmazlarından biri de kuvvetler ayrılığı.
Ve Bediüzzaman, Münâzarât’ta, devletin “tek adam”a istinat etmesinin o adam “iyi” de olsa riskli olduğunu anlatırken, devlet denilen çadırın ana direğini nuranî bir sütuna benzetiyor.
Bu sütunun, kuvvetini Kur’ân’dan alması gerektiğini tarif ediyor.
Bu sütunun bu çağdaki kuvvetinin Kur’ân’ın çağdaş bir tefsiri olarak Risalelerden kaynaklanacağını anlatıyor.
(Risalelerin, bilhassa hakikî insan hakları teorisini ifade eden adalet-i mahza prensiplerini Asr-ı Saadetten sonra “yeniden” tesis etmek suretiyle dünya devletleri için bir tür anayasa olacağını da buna bağlayarak iddia ediyor ve müjdeliyor).
Ve bu nuranî direğin devlet denilen aygıtı nasıl taşıyacağını ya da oluşturacağını şu cümle ile anlatıyor:
“Evet, şu amûd-u nuranî, dinin himayetini, şehametinin başına, murakabenin gözüne, hamiyetinin omzuna alacaktır.” (Münâzarât, s. 45)
Yani dini koruma ve himaye etme görevini ancak böyle bir devlet üstlenebilecektir.
O devleti bir vücuda benzetirsek vazgeçilmez üç organı var:
-Birincisi, başı var ve başında şehameti var. Şehamet akla ve zekâya dayanan yiğitlik demek.
Yani Kur’ân’ın tarif ettiği devletin aklı ve iradesi var. Bu unsur bu günkü kuvvetler ayrılığı sisteminde “yasama”yı ifade ediyor. (Bu günkü TBMM’nin bu “şehamet”e ne ölçüde sahip olduğu ayrı bir inceleme konusu!).
-İkincisi, gözü var ve gözünde murakabesi var. Murakabe denetim demek.
Yani devletin denetlenmesi, ancak yürütmeden bağımsız bir idarî yargı teşkilâtı ile mümkün. Bu unsur ya da organ “yargı erki” olarak ifade ediliyor.
-Üçüncüsü de omuzu var ve omuzunda hamiyeti var. Hamiyet burada icraî kuvvet demek.
Yani devlet, icraatını da bir kuvvet sahibi organı ile yapacak. Bu unsur ise devletin yürütme kuvvetini ifade ediyor.
İşte size “kuvvetler ayrılığı”. İşte size demokratik sistem.
Delili beğenmeyen ve illa şahıs ve şahsiyete bağlılık isterim diyen, aksine delil getirsin!
Okunma Sayısı: 1606
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.