Günümüzde şirket kavramı, ticaret ve maddi kâr gayesiyle kurulan bir organizasyonu ifade ediyor.
Tüzel kişiliği olmayan en basit şirket tipi olan adi şirketten tüzel kişiliğin ve kurumsal yapının zirvesini ifade eden halka açık anonim şirkete kadar, çok çeşitli türleri var.
Gücüne ve tercihine göre dileyen dilediğini seçer. Usûlüne uyarsa ve nasibi de iyi ise, hem şirket ve dolayısıyla ortaklar kazanır hem de çalışanlar ve ülke ekonomisi bundan faydalanır.
Hukuka göre, kâr elde etmek ve ortaklarına dağıtmak her şirket için beklenen ve istenen bir durumdur. Bu sebeple ortakların kâr talep etme hakkını kanun korur.
Diğer bir şirket türü vardır ki buna da şirket-i maneviye denir.
Bu şirket türü maddî kazanç için değil, aksine manevî tatmin ve manevî kazanç için kurulur.
Bu şirket türünün tescille kurulan ve resmen de bilinen bir tür şirket olması mümkündür, ama gerekli değildir.
Meselâ cami ya da cemevi yaptırmak ve yaşatmak için devlet nezdinde bilinmeyi de sağlayan tüzel kişilik işe yarar. Yardım toplayabilmek vs. için gereklidir de.
Bu tür dernek aslında bir tür şirkettir, zira bir cemaat, birbiriyle mal ve mesai açısından iştirak eder. Sonuçta ortaya manevî yönü önde görünen bir maddî eser çıkar. Ama bu şirket kâr etmez, dolayısıyla kâr da dağıtmaz. (Manevî kâr elbette bütün ortaklarınındır. Dağıtma işinde zulüm ve garez olmaz/olmamalı. Zira dağıtan bizzat Cenâb-ı Haktır.).
Buna karşılık cemaat sadece manevî şahsiyet oluşturuyor ve tüzel kişilik oluşturmuyorsa, ortada devlet tarafından tanınan ve resmen bilinen bir şirket yoktur. Onun yerine, artık, cemaat denilen manevî şirket vardır. Maddî kârdan söz edilemez. Manevî kâr ise paylaşıldıkça azalmaz, hatta ihlâsa bağlı olarak belki de çoğalır.
Dinî cemaatlerin hizmet amacıyla maddî nitelikli organizasyonlara ihtiyaç duymaları mümkündür.
Bu organizasyonların dernek ya da vakıf değil de maddî şirket şeklinde kurulduğuna sık sık şahit olunuyor. Bunun başlıca iki sebebi var:
-İhtilâl ve muhtıra dönemlerinde dernek ve vakıflar kapatılıp malvarlığına el konulduğu için “malımız elimizden yine gitmesin” diyen tedbirli cemaatler, maddî işleri için vakıf ve dernek yerine şirket kurmayı tercih ediyorlar.
-Kanunlar da bazen cemaatleri şirket kurmaya mecbur ediyor. Meselâ Radyo Ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanunun 19/1-a maddesine göre televizyon ve radyo faaliyeti ancak anonim şirketlerce yürütülebilir.
Gerekçe masum: Yayın ciddî iştir, ciddî işletmelerce ve denetime açık biçimde yapılmalıdır. Ciddî işletmeler ancak kurumsal yönetim anlayışına sahip anonim şirketlerce işletilebilir.
Ama sonuç vahim: Başlıktaki gibi.
Alevîsiyle Sünnîsiyle, tarikatıyla cemaatiyle, ülkemizdeki birçok grubun radyo ve televizyonu var mı? Var.
Bu medya organlarını kuranların amacı ticaret mi? Hayır, kendi idealleri doğrultusunda yayıncılık yaparak hizmet etmek.
Bu şirketleri yönetenlerin amacı “şirket yönetmek” mi? Hayır. İşlerini fiilen maddî şirket yönetir gibi yani işletmecilik prensiplerine sadık kalmaya çalışarak yönetseler de aslında tercihleri daima “hizmet” esaslı olmak zorunda.
Hizmet amaçlı bu medya şirketlerine ortak olup pay “verenlerin” amacı şirkete sermaye koyup kârdan pay “almak” mı? Hayır. Pay sahipleri az da olsa maddî kâr elde etmeyi değil manevî kâra ortak olup o kârı çoğaltmayı hedefliyorlar.
Ortaklardan birinin ya da bazılarının yöneticilerden mahkeme huzurunda maddî hesap sormaya kalkması halinde ne olur? Mahkeme muvazaalı (danışıklı) ve şeklî bir varlık olan şirkete değil hakikatte var olan vakfetme ya da hibe niyetine bakar/bakmalı.
Ayrıca maddî hesap sormaya kalkacak her bir maddî maksatlı ortak, manevî maksatlı diğer ortakların -ve Rabbin- nefretine müstehak olur.
İşte bu yüzden, “şirket şirkete karşı”. Yani manevî şirket maddî şirkete karşı ve onun üstünde. Ahiret hayatı ve haşir hesabı dünyanın ve adaletinin üzerinde olduğu gibi.