Ön not: Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri sadece başlığa bakarsa kızıp geçebilir. Ama altındakileri de okumalarını tavsiye ederiz.
Geçen hafta “Cezaevinin protokol kapısı” başlıklı bir yazı yazmıştık. Yargı organının idarecilerinin, muhtemelen yürütmenin de soft müdahalesiyle- yürütme için geçerli hiyerarşik protokolü kendi binalarına dahil ve yargıya idhal etmesini eleştirmiştik.
Yazıdan sonra duyduğumuz bir olay bizi benzer konudaki bu farklı yazıya mecbur etti.
Ordu Fatsa’da; Kaymakamlığa, Belediyeye ve Adliyeye yakın bir yere yeni yapılmış güzel ve büyük bir caminin vaizi geçen haftalardaki bir vaazında bu caminin “protokol camisi” olarak değerlendirilmesi gerektiğinden söz etmiş.
“Her şehrin bir selatin camisi olur, bizim şehrimizin de bir protokol camisine ihtiyacı var. Orası da burası olmalı.” mealinde şeyler söylemiş.
Bu selatin camisi meselesi zaman zaman çeşitli vesilelerle gündeme gelir.
Malum, “sultanlar” anlamına gelen “selatin” kelimesi Osmanlıda ve başka bazı İslam beldelerinde, sultanların saltanatlarının bir gereği olarak yaptırdıkları camiler için de bir cins adı olarak kullanılmış.
Bunlar aynı zamanda bugünkü biçimde bürokratik hiyerarşiyi ifade eden anlamıyla bir “protokol camisi” de olmuşlar mı? Sanmıyoruz.
Ama öyle bile olsa artık hükmü geçmiş.
Zira müfriti ve mutediliyle saltanat kaldırılmış. Islahı mümkün cumhuriyete geçilmiş.
Tarihte Davut ve Süleyman (as) gibi “Sultan peygamber”ler de olmuş. Ama “Çoban peygamber” olarak tarif edilen İslam Peygamberi maddi saltanat sahibi değil.
Zaten o da kendisinden sonra yönetim için bir “sülale” ve “saltanat” bırakmamış. Mübarek nesli, kaderin de hükmüyle maddi ve cebrî değil, manevi ve kalbî hizmetlerde vazifeli olmuş.
Asıl vazifeleri iman hakikatlerini tebliğ etmek olan dört halife de bir tür cumhurbaşkanı olarak bir nevi seçimle göreve gelmiş.
Sonra hilafet gerçek hilafet olmaktan önemli ölçüde çıkıp devlet yönetimine ve saltanata dönmüş ve ardından selatin camileri dönemi başlamış.
Sonra cumhuriyetle birlikte selatin camileri devri yeniden kapanmış. Daha doğrusu kapanmış sanıyorduk.
Cumhuriyetin yüzüncü senesinde acaba birilerinin saltanata dönme isteği gerçek mi?
Cumhuriyet döneminde bilhassa tek parti idaresinde laiklikle ilgili yapılmış zalimce uygulamaların cumhuriyetin kendisi ile ilgili olduğunu zannedecek ve “bu zarardan kurtulmak için saltanata dönmeliyiz” diyecek birinin aklından şüphe etmek lazım. Zira cumhuriyet “laik cumhuriyet” de olsa “din ve vicdan hürriyetinin teminatı olmak” anlamındaki “demokratik laiklik”i benimsemek kaydıyla dinle barışık kalabilir. Hatta dindar cumhuriyete de dönebilir.
O halde bilhassa taşrada “selatin camisi” ya da “protokol camisi” isteyen muhterem zevatın tarih ve rejim bilgisi de DİB tarafından bu çerçevede yenilenmeli.
Zira, din görevlileri arasında asla olmaması gereken ve olmadığına inandığımız rekabet duygusuna da kapı açabilecek böyle bir arzu ve talebi erkenden engellemek lazım.
Hem Peygamberimizin selatin mescidi veya onun dönemindeki diğer mescidlerin “selatin” kısmı var mıydı? sorusu çok kıymetlidir.
Akla şu geliyor:
Acaba din görevlilerimiz, “meşru eğlence kapsamında TV’lerde izlenecek en makul şey bu olsa gerektir” deyip saltanat dizileri izleme işini abartıyor olabilirler mi?