Son zamanlarda ülkemizdeki musîbetler giderek arttı. Ekonomik kriz, deprem, terör yüzünden düşük yoğunluklu savaş, şehitler, çığ düşmesi, uçak kazası, sel, kuraklık vs. üst üste gelince sorgulamalar da arttı.
Bir toplumun başına gelen belâ ve sıkıntılar, bütün bir toplumun, lâakal çoğunluğun hata ve günahlarının bir sonucudur.
Musîbet ve belâlar işlenen genel kusur, günah ve hataların bir sonucudur. Bazen suçu bazı idareci, yetkili ve güçlüler işliyor olsa da, çoğunluk, “ya fiilen, ya iltizamen veya iltihaken” onlara iştirak ediyor, taraftar oluyor, destek veriyor, teşvik ediyor. Böylece cezanın umumîleşmesi, tam adaletin gereğidir.
Çobanın koyuna attığı taş, “Geriye dön” mesajı verdiği gibi, belâ ve musîbetler de bize “Hata, kusur ve günahlardan dönün!” mesajları veriyor. Mesajı almak ve gereğini yerine getirmek gerekir.
Diğer taraftan belâ ve musîbetler aynı zamanda mükâfatın da başlangıçlarıdır. Çünkü musîbet kusurları temizler, keffaretüz’zünüb olarak günahların affedilmesine vesile olur, Rahim-i mutlak olan Allah sonsuz şefkati ile nimetlere gark eder.
Ancak, bunun şartı istiğfar ve tevbe etmektir. Zira, Allah, insan günahlarından uzaklaşmadığı, kirlerden arınmadığı müddetçe ona mükâfat vermez. Arınmamış bir kalbe Allah nazar etmez. Dolayısıyla ya kul tövbe ve istiğfar ile kendini günahlardan temizleyecek, veya belâ ve musîbet ile temizlenecek. Ki, İlâhî af ve rahmet bundan sonra gelsin.
Diğer taraftan belâ ve musîbetler bazı duâların vaktidir. Bediüzzaman, belâ ve musîbetlerin artması, bazı duâların vaktinin geldiğini gösterdiğini ifade ediyor.
Şöyle ki: “Hem, duâ bir ubûdiyettir (kulluk); ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir (neticesi ahirettedir). Dünyevî maksadlar ise, o nevi duâ ve ibâdetin vakitleridir; o maksadlar, gàyeleri değil. Meselâ, yağmur namazı ve duâsı bir ibâdettir. Yağmursuzluk, o ibâdetin vaktidir; yoksa, o ibâdet ve o duâ, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyet ile olsa, o duâ, o ibâdet hâlis olmadığından, kabule lâyık olmaz. ...Ve beliyyelerin (belâ, musîbet) istilâsı ve muzır (zararlı) şeylerin tasallutu, bâzı duâların evkat-ı mahsusalarıdır (özel vakitler) ki, insan o vakitlerde aczini anlar; duâ ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticâ eder. Eğer duâ çok edildiği halde, beliyyeler def’ olunmazsa, denilmeyecek ki, ‘Duâ kabul olmadı.’ Belki denilecek ki, ‘Duânın vakti, kazâ olmadı.” 1
Dipnot: 1- Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1999, s. 287.