Beliğ söz; ilim denilen çömleklerde pişirilen ve hikmet denilen büyük küplerde duran ve fehm denilen süzgeç ile süzülen âb-ı hayat/hayat bahşeden su gibi bir mânâyı, zürefa/zârifler denilen sakiler/sucular döndürüp fikirler içer; esrarda/sırlarda/gizemlerde yürümekle hissiyatı/duyguları ihtizaza getiren/titreştiren kelâmdır. 1
Belâgatın hayat düğümü; tâbir-i diğerle beyanın felsefesi veyahut şiirin hikmeti ise, hariciyatın kanunlarını ve ölçülerini canlandırmaktır. Şöyle:
Hariçteki gerçek (insanın dışında ve kâinatta geçerli) kanunları kıyas-ı temsilî cihetiyle, (yâni, temsile dayanan kıyasla, yâni, mânevî, soyut, görünmeyen bir şeyi, görünürdeki benzerine kıyas etmekle) ve deveran yoluyla; vehmin (hayâlin bir derece ilerisinin) tasarrufuyla şairane olan mâneviyât ve ahvalde yerleştirmektir. Demek ayna gibi hariçten yansıyan hakikatin parıltıları şekil ve sûret giyer. Güya kendi hayâlinin san’atıyla ve söz nakışlarıyla yaratılış ve tabiatı taklit eder.
Evet, kelâmda hakikat olmazsa da, en azından benzeme yönünden ve nizamından yardım almak ve onun danesi üzerinde sümbüllenmesi gerekir. Fakat her danenin mahsus bir sümbülü vardır. Bir buğday bir ağaç kadar sümbüllenmez. Beyanın felsefesi nazara alınmazsa, belâgat hurâfât (saçma-sapan yanlışlar) gibi, hayâlgûl/safdil, bön gibi, işitene hayretten başka bir fayda vermez.2
Sözün hayatlanması ve gelişmesi, mânâların cisimleşmesi (kelime elbisesini giymesi) donmuş olanlara ruh üflemekle bir konuşma ve bahisleşmeyi içlerine atmakla 3 mümkündür.
Dipnotlar: 1- Muhakemat, s. 82. 2- Age, s. 103. 3- Age, s. 92.