Bu nasıl insan ki, hemcinslerini kıtır kıtır kesiyor, bombalıyor! Allah Allah, bu nasıl kardeşlik?
Müslümanları biribirine düşüren ifsat komitelerine, İslâm düşmanlarına “Bismillahi Allahuekber!” deyip milyarlarca lira ödüyor, kurşun alıyor, bomba alıyor, kardeşinin başına boca ediyor!
Bu nasıl kardeşlik ki, çoluk-çocuk, bebek, yaşlı, hasta masum-tekrar vurguluyorum masum- kardeşlerinin malına, mülküne, hürriyetine el koyuyor, inim inim inletiyor! “Allah Allah, bu nasıl kardeşlik!”
Artık “siyasî atraksiyonlar”, “menfaat üzerine dönen canavar siyaset”; birlik-beraberliğe değil, kavga, ayrışma, bölünme, parçalanma ve canavarlaşmaya sebep olduğu anlaşılmadı mı?
Artık siyasî gevezelikleri bir kenara bırakıp Bediüzzaman’n günümüze taşıdığı Kur’ân ve Asr-ı Saadet modeli kardeşliği, “Mü’minler kardeştir!” hakikatini, “uhuvvet, ihlâs ve muhabbet” projesini, “Uhuvvet Risalesi’ni”, okuyup, özümseyip hayata geçirmeli değil miyiz?
“Bu asırda, din ve İslâmiyet düşmanları, evvelâ imânın esaslarını zayıflatmak ve yıkmak plânını, programlarının birinci maddesine…” koymamışlar mıdır? (Sözler, Konferans, Sayfa 704)
Halbuki, mü’minler kardeştir: “İnnemel muminune ihvetun/Mü’minler kardeştirler; (Hucurât Sûresi, 10)
Âyetin devamında bize bir vazife yüklenmiştir: “Siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki, rahmete erişesiniz.” Şu halde bu vazifeyi yapmak sana farzdır!
Irak’a, Suriye’ye, Şam’a, silâh değil, bomba değil, kurşun değil, fitne-fesat değil; Uhuvvet Risalesi, İhlâs Risaleleri, Hutbe-i Şamiye göndermeli! Para-pul istemez, zarf istemez, polis istemez, kuvvet istemez, asker istemez, top-tüfek, tank istemez!
Ey mü’min kardeşler! Kur’ân tefsiri Risale-i Nur’u, bilhassa “İhlâs ve Uhuvvet Risalelerini” okumalı, özümsemeli, benimsemeli iman, ahlâk, insan hak ve hürriyetleri, adalet, meşrûtiyet / demokrasi mücadelesine destek vermeli değil miyiz? Bunu yapmazsak meali şöyle olan âyetteki gibi mi demek istiyoruz acaba?
“Ey Musa, onlar orada oldukça biz asla oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz burada oturacağız, demişlerdi.” (Maide Sûresi, 24)