Eski zamanda dervişler, şeyhler, müridler “tasavvuf ve tarikat” metodlarıyla çilehâne-uzlethâne, mağara gibi sakin mekânlar seçerek; İlâhî zikirle meşgul olup kalb ve lâtifelerini işleterek, dâima Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda olur; tam bir huzûr ve mutluluk elde ederlerdi.
Ancak, günümüzün ağır şartları, zamanın elverişsizliği bu metodu imkânsızlaştırmadıysa da fevkalâde zorlaştırmıştır.
Bediüzzaman; günümüz şartlarında; tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçişi; feyz almanın kısa ve güvenli yolununu” 1 açarak bu açmazımızı halletmiş.
Şöyle ki: İçinde yaşadığımız dünya Cennetine çevirebileceğimiz evimiz, sokağımız, caddemizi; çalıştığımız bağımız-bahçemiz, fabrika ve iş yerimizi; bindiğimiz ulaşım vasıtalarını; havasını doya doya soluduğumuz kırları; sofralarımızı “modern çilehâne ve uzlethâneye” dönüştürmüş. Her şeyin üstündeki Allah’ın kudret damgasını; terbiye mührünü ve kaleminin nakışlarını görmekle, doğrudan doğruya her şeyden O’nun nûruna karşı bir pencere açıp, O’nun birliğine ve her şeyin O’nun kudret elinden çıktığına ve İlâhlığında ve Rubûbuyetinde (her şeyi terbiye etmesinde) ve mülkünde hiçbir şekilde, hiçbir ortağı, yardımcısı, olmadığını görür gibi kesin bir bilgiyle tasdik edip imân getirmektir. 2
Bediüzzaman’ın getirdiği diğer bir yenilik de; tasavvufî hakikatleri ve 12 büyük (ana) tarikatın özelliklerini Risâle-i Nur’da toplamış olmasıdır. Müridlerin tekye’de aradıklarını Risâle-i Nur’da bulabilmeleri mümkün.
Risâle-i Nur, ibâdet yerinde ilim içinde, hakikata bir yol açmış. Sülük ve evrad yerinde mantıkî bürhanlarla ilmî hüccetler içinde, hakikatü’l-hakaika/gerçekler gerçeğine bir yol açmıştır. 3
Bediüzzaman, iman-ı billah, marifetullah, muhabbetullah, zikir, ihlâs, tefekkür, seyr ü sülük, irşad, muhabbet, aşk, tarikat, tasavvuf, ilham, keramet, vera, gayb, vecd, istiğrak, vahdet-i vücud, yakaza, bast-ı zaman, tayy-ı mekân gibi tasavvuf literatüründe geçen bütün mefhumları, kelimeleri kullanır ve hakikatlerini açıklar.
Mükâşefe, müşahede, makam, kurb, vüsul, fenâ, beka, sekr, vecd, muhabbet, sehv, kabz, ihsan gibi temel mefhumları bilmeden ve bunlardan geçen uzun bir eğitim ve terbiye yolundan geçmeden mutasavvıflaşmaya, olgunlaşmaya, insan-ı kâmil makamına ulaşmanın imkânsızlığına dikkat çeker.
Dolayısıyla îmân-ı tahkîkî ilimleri, başka ilimlere ve mârifetlere benzemez, akıldan başka çok letâif-i insâniyenin de kuvvet ve nurlarıdır. 4
Risale-i Nur, uzun yolu gitmiyor: Vird ve tesbihi Esma ile yapıyor. Bizzat eserden müessire geçiyor.
Acz, fakr, şefkat ve tefekkür gibi dört adımda hakikate ulaştırıyor.
Âyet’ül-Kübra’da “seyr ü sulük”un metotlarını gösterir ve tarikatte 18 mertebe olan seyr-i sük’u, 33 mertebeye çıkarır.
Dipnotlar:
1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 33-34. 2- Sözler, s. 263. 3- Emirdağ Lâhikası, s. 80. 4-Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, s. 143.