Herkes iyidir, hüsn-ü zan etmeli. Çünkü, “Hüsn-ü zan asıldır.” Yani, insanlar iyidir.
Ancak, yersiz, gerçekçi olmayan hüsn-ü zan zararlı: “Fakat şu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zira bir müfside, bir dessasa hüsn-ü zan edebilirsiniz. Delil ve âkıbete bakınız.” (Bediüzzaman, Münâzarât, 59-60)
Evet, hüsn-ü zanda da bir problem ortaya çıkabilir. Cahil/bilgisiz olanlar âlimleri/bilginleri nasıl hangi ilim/bilgi ile mihenge vuracaktır?
“Sual: Nasıl anlayacağız? Biz câhiliz, sizin gibi ehl-i ilmi taklit ederiz.
“Cevap: Gerçi cahilsiniz, fakat âkılsınız (akıllısınız). Hanginizle zebib, yani üzümü paylaşsam, zekâvetiyle bana hile edebilir. Demek cehliniz özür değil... (...) Öyleyse, benim ve onların fikirlerimizin neticelerine bakınız.” (Münâzarât, internet, s. 48-50)
Evet, cahil, yani bilgisiz ise, âlimleri, evliyaları, büyük zatları bile mihenge vurmalıdır aklıyla. Yani, “câhil/bilgisiz” bir insan bir bilginin yanlış bir hareket yaptığını anlaması için “âlim” olması gerekmez. Yemeğin lezzetsiz, tatsız, tuzsuz olduğunu anlaması için aşçı olması şart değildir. Bir binanın estetikten yoksun olduğunu anlaması için mimar olması icap etmez. Akıllarıyla meselenin ne olduğunu anlarlar ve karar verebilirler.
Ki, “Müslüman” olmanın şartlarından birisi “akıl sahibi ve baliğ” olmaktır; âlim olmak değil!
“Biz cahiliz, hikmet-i hükümeti bilmiyoruz” deyip yöneticilerin, siyasetçilerin veya kişilerin tatlı ve demogojik sözlerine bakıp aldanmasına özür beyan etmemeli. Kim olursa olsun, “Mihenge vurmalı, delil ve akıbete” bakmalı. Meselâ, yolsuz, rüşvetçi, hırsıza dair bir delil, bir belge yoksa, “akıbete bakmalı.” Yani, bir memur, bir çalışan kazancından fazla harcamalar yapıyorsa; çokça paraya, arabaya, elbiseye veya değerli şeylere sahip olursa işte bu “akıbet, bu sonuç” onun çaldığını veya rüşvet yediğini gösterir.
Hatta, velileri, şeyhleri ve makamı yüksek kişileri bile mihenge vurmalıyız. İşte ölçüsü:
Sual: Bir büyük adama ve bir veliye ve bir şeyhe ve bir büyük âlime karşı nasıl hür olacağız? Onlar meziyetleri için bize tahakküm etmek haklarıdır. Biz onların faziletlerinin esiriyiz.
Cevap: Velâyetin, şeyhliğin, büyüklüğün âlâmeti tevazu ve mahviyettir; tekebbür ve tahakküm değildir. Demek, tekebbür eden sabiyy-i müteşeyyihtir. Siz de büyük tanımayınız. (Münâzarât, internet, s. 60)