Kâinat çapında bir dâvânın, yani Allah’ın kelimesi olan dini yücelten bir hakikatin müntesipleri değil miyiz?
Biz; hakkı, hakikati, doğruyu her zaman ve şartta söylemeyi, adaleti ile hukukun üstünlüğünü esas almayı, masum ve mazlumları müdafaa etmeyi başkaları yanımızda olsun, bize destek versinler diye söylemeyiz, söyleyemeyiz.
Bunu yapmak Müslümanlığımızın ve Nur Talebesi olmamızın gereğidir. Zira, “Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra fedâ edilmemek gerektir.” (Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, s. 119)
Öyle ise, konuşmalarımız, çalışmalarımız, fiillerimiz, hareketlerimiz, hatta sazımız sözümüz bunun üzerine olmalı. Müstebit bir zihniyete sahip olan Kemalistlerle, ifsat komiteleriyle mücadeleyi dirayetle, “metanet, sebat, sadâkat ve istikametle” yürütmek zorundayız…
Şimdiye kadar ateş hattında hizmet eden Nur Talebelerine olduğu gibi, Yeni Asya cemaatinden en küçük bir ferdine de, sair gruplarımız ve Müslümanlara da, hatta başka dinden olan mâsum insanlara da sahip çıkmamız boynumuzun borcu değil mi?
Bu zahiren onlara sahip çıkmak gibi görünüyor, ama aslında Risale-i Nur’a, şahs-ı maneviye, dâvâmıza sahip çıkmaktır.
Her baskı, zorluk ve sıkıntıya karşı Üstadımız gibi şöyle haykırmalıyız: “Saçlarım adedince başlarım bulunsa, her gün biri kesilse, bu hizmet-i imaniyeden çekilmem.” “Dünyayı başıma ateş yapsanız, hakikat-i Kur’âniyeye fedâ olan bu başı zındıkaya eğmem.” (Bediüzzaman, Tarihçe-i Hayat, s. 701)
İşte Yeni Asya, böyle bir hak ve hürriyetler kahramanı Bediüzzaman’ın fikirlerini yayay gazetedir ve Risale-i Nur’un medyadaki dilidir.