Bu dünyaya imân-ı billah, mârifetullah ve muhabbetullah için gönderildik. “Nefsini bilen Rabbini bilir.”1 hadisince kendimizi nihayetsiz acz, fakr cihetleriyle tanıdığımız gibi, akıl, irade ve sair hislerimiz ve fonksiyonlarını bilmekle de Rabbimizi tanırız, biliriz.
İdrak, şuur, ölçme-biçme âleti olan akıl, felsefi anlamda insana has düşünme ve eşyanın sebeplerini yakalama melekesidir. Bediüzzaman aklı; şuurdan ve histen süzülmüş şuurun bir özeti;2 insanın en kıymetli cihazı;3 nuranî bir cevher;4 kâinatın sırlarını açan bir anahtar;5 âlemde tecelli eden Allah’ın isim ve sıfatlarını inceleyen bir âlet; tabiattaki sırları çözen bir keşşaf; insanı sonsuz hayatın mutluluğuna hazırlayan Rabbanî bir mürşit;6 delil üzere giden;7 insana yüksek maksatlar ve bâki meyveler gösteren hikmetli bir hediye;8 şeklinde tanımlar.
Zihnimiz düşünce ve bilgiyi akıl, kalb, his, idrak ve irade üretir. Meselâ, bir elmanın tadını anlayabilmemiz için, elmayı dilimize-damağımıza dokundururuz. Bu temas dilimiz üzerinde bir tesir bırakır. Buna “his” deniyor. Tadın damaktan dimağa ulaşması ve kodlarının oraya nakşedilmesi bir “intiba” (uyanma) hâlidir. Bu uyarılma neticesinde dimağ-zihin, bu tadı, diğer tatlardan ayırmasıyla bir ilim meydana gelir ki, buna “ihtisas” denir. Ruhun, bu tadın kaynağını, hakikatini ve sıfatlarını incelemesine, “marifet” denir. Mücerret (soyut) kavram ve manalara gelince, onlar da ruhumuzun akıl-dimağ-zihin, kalp, vicdan gibi merkezlerinde kontrol edilerek alınır veya reddedilir. İşte burada devreye, “akıl-kalp, vicdan, irade” gibi duygular girer.
Bediüzzaman hayat, akıl ve şuur münasebetini şöyle tasvir eder: Hayat bu kainattan süzülmüş bir hülasa (öz, özet) olduğu gibi; şuur ve his dahi, hayatın bir özetidir. Akıl dahi, şuurdan ve histen süzülmüş bir özdür ve ruh dahi, hayatın halis ve safi bir cevheri ve sabit ve müstakil zatıdır.9 İnsanın İlâhî hakikatlere layık bir halifeliğe liyakat kazanması,10 yani, varlıkların üstünde bir mevkiye çıkması tefekküre bağlıdır. Özellikle kalp; tefekkür ve zikirle işler”11 çalışır.
Halbuki, akıl ve kalbin besleyici gıda ve enerjisi tefekkür ise, derin, detaylı düşüncedir. Güneşin, gece perdesini aralayıp eşyanın mahiyetini göstermesi gibi, ince ve dikkatli tefekkür de cehalet karanlığını dağıtıp gafleti yok eder.12
Dipnotlar:
1-Edebu’d-din ve’d-dünya, Aclunî, 2/262.; 2-Sözler, Enst./inter., s. 103.; 3-Şuâlar, s. 16.; 4-Muhakemat, s. 15.; 5-Şuâlar, s. 16.; 6-Sözler, s. 25.; 7-Muhakemat, s. 67.; 8-Sözler, 47.; 9-Age., s. 103.; 10-Mesnevî-i Nuriye, s. 124.; 11-Mektubat, s. 429.; 12-M.Nuriye, s. 298.