“Türkiye’de 2002 ile 2019 yılları arasında 53.425 kişi intihar etmiştir.” İntiharların bilinen en yaygın sebebi hastalıktır. Uzmanları intihar, “% 90’i depresyon, derin bunalım ve diğer ruhî hastalıklar ve ümitsizliktir” teşhisini koyar.
Ümitsizlik, ruhîl bir hastalık olmasa da, potansiyel olarak hastalık yapıcı bir vasfa sahiptir. Kişileri depresyon, nevroz, sadizm, sosyopatlık, mazoşizm, yıkıcılık (tahripkârlık) gibi bir takım ruhî bozukluklara kadar götürür. Sigara, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı, hatta intiharlarla sonuçlanabilmektedir. (Prof. Dr. Hayati Hökelekli, Gençlik, Din ve Değerler Psikolojisi, s. 223)
İflâs, işini veya çok yakınını kaybetme kimi zayıf karakterli insanları intihara sevk eder. İman gücü, intiharlara giden yolları kapatır. Alkol ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar pençesinden kurtarır. Günahlara dalmaktan insanı korur. Zira, iman, rûh/duygu ve beden, yani maddî manevî bağışıklık sistemini güçlendirir.
“Ümitsizlik ölüm hastalığına tutulmaktır. Ölümün geçiş olduğunu kabul eden için ölüm, hayattan daha fazla gaye taşır. Onun için ölüm veya ölüme götüren bir hastalık bile ‘ölümcül hastalık’ değildir. Umutsuzluk, geride hiçbir şey bırakmadan kişiyi ölüme götüren bir hastalıktır. Umutsuzluk günahtır ve umutsuzluktan ancak gerçek bir inanç sahibi olmakla kurtulunur.” (Ölümcül Hastalık Umutsuzluk (çev. M. Mukadder Yakupoğlu), İstanbul 1997, s. 30)
“Umutsuzluk; benliğin yitirilmesi, inancın yok olması, anlam yokluğu, gayesizlik, üretici ve keşfedici bir şekilde yaşayamama” diye tanımlanır aynı eserde.
Tahammül edilemeyecek çelişki, ailevî huzursuzluklar, ruhen kaldırılamayacak ölçüde musîbet veya sürprizlerle (iflâs veya daha başka hadiseler gibi) karşılaşan insan bunların üstesinden ancak îmanla gelebilir: “Seksen küsûr senelik bütün hayatımda dünya zevki nâmına birşey bilmiyorum. Bütün ömrüm harb meydanlarında, esâret zindanlarında, yâhut memleket hapishânelerinde, memleket mahkemelerinde geçti. Çekmediğim cefâ, görmediğim ezâ kalmadı. Dîvân-ı harblerde bir câni gibi muâmele gördüm, bir serseri gibi memleket memleket sürgüne yollandım. Memleket zindanlarında aylarca ihtilâttan menedildim. Defalarca zehirlendim. Türlü türlü hakaretlere mâruz kaldım. Zaman oldu ki, hayattan bin defa ziyâde, ölümü tercih ettim. Eğer dînim intihardan beni menetmeseydi, belki bugün Said topraklar altında çürümüş gitmişti.” (Tarihçe-i Hayat, internet, s. 543)
Münferid ve ne olduğu bilinmeyen bir intihar vak’asını dine, cemaatlere bağlamak insafsızlık ve vicdansızlıktır. İntiharları ancak hakikî bilim, din, iman veren cemaatler kurtarır. Cemaatler tarihi de buna şahittir.