İlköğretim Müdürümüz şiddetle bağırıyordu: Hakkında ihbar var! Bu çocukları, hele de kızları nereye götürüyorsun?
- Bu ihbarı kimin yaptığını çok iyi biliyorum. Çok üzgünüm.
- Kimsenin bilmesi mümkün değil. Çünkü bana Emniyet tarafından çok gizli duyuruldu.
-Beni siz dahil bütün Horasan tanıyor. Sizi de biz iyi tanıyoruz. Çocukları kötü bir niyetle hiçbir yere götürmeyeceğimden siz de eminsiniz. Fakat ihbar var. Araştırmak zorundasınız.
- Peki sizce bu ihbarı kim yapmış olabilir?
- Kahveci O.K'dan başka kimse olamaz. Çünkü yarasalar gibi nurdan rahatsız olan bu şehirde kimse yok.
- Vallahi doğru söylediniz.
1977 seçimleri yeni sonuçlanmış CHP iktidar olmuştu. Her hükümet değişiminde alışıldığı gibi önce TRT Genel Müdürü'nün değiştirilmesi başlayan sürgün öğretmenlere kadar inerdi. Onun için dindar devlet memurları diken üstünde idi. Bu uygulamanın ne kadar yanlış olduğunu dindar rahmetli Hacı Fikri Ağabeyin garip sözlerinden anlamıştım. Hacı Ağabey CHP'nin iktidar olmasından o kadar mutluydu ki âdeta gözlerinde garip gülücüklerle şarkı gibi bir şeyler mırıldanıyordu. Özellikle batı bölgelerimizde vazife yapan dindar memurlar doğu bölgelerine sürgün edilirdi. Hacı Ağabey de mırıltılarla,
- Ohh! Beee! Bizim de dindar kaymakamımız olacak. Okul müdürlerimiz, daire müdürlerimiz hepsi dindar olacak. Batıdan daha önceki hükümet zamanında sürgüne gelen bütün komünistler geldikleri yerlere gidecekler. Bizim de bizi hoşça karşılayan, derdimizi dinleyen saygılı idarecilerimiz olacak. Ne garib değil mi oy verdiğimiz hükümetler zamanında sürgün edilmiş komünistler başımıza belâ kesilirken, şiddetle karşı olduğumuz hükümetler zamanında yine sürgünle batıdaki dindar idareciler doğuda bizlere gönderiliyor. Ne garip değil mi?
Yumuşak, merhamet bekler bir ses tonuyla müdürümün enesini de okşayarak konuşmaya başlamıştım.
- Siz ki Eyüb Ağanın uşaklarısınız. Bu şehirde zayıfın ve haklının arkasında hep siz olmuşsunuz. Ankara'da hükümet değişmiş, bizim kılımız bile kıpırdamamıştır. Çünkü oradaki hâkimiyet burada ki zalimlerin eline fırsat veremez. Yukarıdan gelen zulüm dolu emirler burada sizlerin merhametli ve hakperest sinesine çarpar gerisin geriye döner. Bizim mazlumlar olarak en büyük dayanağımız sizlersiniz.
Müdürüm çok sevinmiş övgü dolu sözlerimle göğsü kabarmıştı. O da kimden ne gelirse gelsin asla haksızlığa boyun eğmemeliydi.
- Tabiî dedi, ne yapmalıyım öyleyse?
- Gideceksin kahvesine. Açıkça ismimi ilân ederek bundan gayri kim fitne ve fesatla bu hocayı şikâyete gelirse karşısında beni bulur deyiver.
Heyecanla çıkan müdürüm yaya olarak Hükümet Konağının yolunu tutmuştu. Şehrimizdeki diğer okul müdürlerini arayıp durumu anlatmıştım. Onlar da kendi aralarında organize olarak üçerli, beşerli guruplar halinde ziyaretine gidip tebrik etmişler.
- Hocam sizi alnınızdan öpüyoruz. Dört yoldaki kahvelerde herkes sizin babayiğitliğinizi konuşuyor. Yeni okuldaki Durmuş Hoca'yı şikâyet eden edepsize dersini vermişsiniz deyip çıkmışlar. Ziyaretlerin ardı arkası kesilmemiş. Herkes aynı övgüleri sıralamış.
En sonunda müdürüm ayağa kalkmış. Ceketinin yan ceplerine Ter-Cum gazeteleri yerleştirmiş. Çifte silâhını kuşanıp kahvehaneyi basmış. Avazı çıktığı kadar bağırmış.
"Bir daha bu hocayı şikâyete gelen olursa hepinizi yakarım."
Bir daha hiç kimse bize dokunmadı.