hayır, hayır! Kesinlikle... Sahtelikleri gerçek gibi önümüze atıyorlar; aman, ha!
Kuşlara bakmaktan, çiçekleri koklamaktan, kalbimizi yoklamaktan alıkoyanlar insanlığın etrafını ayrık otundan beter sarmış vaziyette...
Kendimizi, içimizi, kalbimizi... yani, yani...
Neden geldiğimizi dünyaya; unutalım diye... değiştiriliyor gündemler.
Ne zaman başlanır yaşanmaya!
Biraz sulha sükûnete ersek...
Biraz yüzümüz gülse...
Dokunuyor birileri dünyanın en sinir uçlarına.
Bir kılıf olsun deyu suçlarına... Aman ha, sakın ha, dur, düşün ha!
Zehir akıtıyorlar aklımıza, ruhumuza...
Öldüren unutuyor öleceğini; güleceğini sanıyor zavallı!
Şu kendimizi keşfedelim, kendimizi.
Diplomaların “kâğıt” olduğunu anladım.
Yoksa; bu kadar patlar mıydı silâhlar!
Yola dökülmüş; bir sel gibi günahlar...
Cennetin yolunu kapatmaya uğraşıyorlar.
Siz kalın dünyada ancak yol açın!
Yüzünüze bakılacak değilsiniz.
Yığın petrolleri, paraları, binaları!
Yığın, yığın; iyice “alışın” dünyaya, alışın!
Ne maskeler taksanız da... çocuklar bile tanıyor sizi!
Ey “kalabalık” dünya!
“İnsan gibi insan” sayını söyler misin?
Gel, göğe bakalım biraz!
Biraz Haziran koklayalım!
Say say bitmez duraklar var içimizde...
Birinde, ötekinde, berisinde duralım;
Yetti gayrı; az biraz kendi şehrimizi kuralım!
*
Bir gündemden ötekine “atlamakla” ilmimiz artmıyor; karnımız doymuyor. Üstelik çok, ama çok yoruluyoruz.
Bunu yapmayın. Bu ülkenin işsiz gençleri iş bekliyor. Çok da üniversite mezunu var içlerinde ve içler dışlar acısı...
Amerika yolları da kapanmışa benziyor; neredeyse kapandı. Çok bi’ yakınım gidecekti; vazgeçti.
GAP bitmeyi bekliyor; çıt yok!
Hepsinin hepsisi, aslının aslısı notlarımızda kitap yok! Çocuklarımız masalsız, ninnisiz, romansız, şiirsiz büyüyor. Yıllar geçiyor; yaş alıyor; o kadar!
Gündemi değiştirmenin bir anlamı yok!
Gündem: Cehalet...
Gündem: Fukaralık...
Gündem: “Muhabbet ve şûra...”
Gündem: Şu ân ve ölüm... ken...
Gevezelikler, taksitler, işsiz diplomalar...
Bunca kof şeyyy... heyyy...
*
Ortaya neyi atarsanız atın; kitapsız ve parasız pulsuz ne yapacaksınız?
Kafası, kalbi, cebi boş nesiller nereye, nasıl gidecek?
Her şeyi bir kenara bırakın da bu aç akılları, kalpleri, cepleri nasıl doldururuz; ona bakalım.
Kaybolan gündemimize... unuttuğumuz; çok unuttuğumuz kendimize dönmediğimizde; gözümüz, gönlümüz kararıyor, başımız dönüyor; dünya karmakarışık bir hal alıyor.
Yaşamak gün gün ağırlaşıyor.
Kitap, gazete, dergi satışları çok yaralı, çok acı, çok ölü... Bunun birinci çözüm yeri de Meclis, Meclis, Meclis...
Bütün vekillerin bütün gündemi bu cehaleti, fukaralığı yenmek için olmalı; başka değil...
Daha ne diyelim; biliyorsanız söyleyin.
Bu baş döndüren, ışıkları bir bir söndüren, insanlığı süründüren gündemlere kitlenip kaldık ki... Cehalet, fukaralık, merhametsizlik, gürültü, kabalık, sertlik gibi hastalıklar artarak devam ediyor.
Vakit hâlâ geçmiş değil...
Almanya nasıl bu hâle geldi; hiç merak etmez miyiz?!
*
ŞİİR KUTUSU
BİR YILDIZIN FİYATI
Her gün gündem değişiyor; kafam karışıyor, baba!
Bana bir gündem söyle ki; rahatlayayım;
Bulanıp durmasın aklım ve kalbim; sükûnet bulsun ruhum!
Ölümü; unutma o zaman; dünya çok kısa...
Yüz verme; bitmeyen emellerine!
Misafirlik güzel şey, be!
İşin bitince: Eyvallah... Huu... Allah’a ısmarladık...
Size bıraktık buraları: Tarlaları tahtları...
Bir yanı hastalık... bir yanı ayrılık...
Ölüm; her daim yanı başında...
Az yaşa; çok yaşa...
Ne fark eder ki... Azrail geldiğinde?!..
Yolcuyuz, âciziz, ölümlüyüz; fakiriz; yıldız satın alamayız.
Al, bunu da al, bunu da, bunu da... çok hırslısın; gözün dönmüş.
Öldürmüşsün kalbini, ruhunu; sensin; huzurunu kaçıran dünyanın!
Kelebeklerin rengini görmeyen; çiçeklerin şarkısını dinlemeyen; sensin!
Sensin mevsimlerin gündemini görmeyen!
İsteklerini tartan terazi dünyada yok!
Çok sık sarılmışsın dünyaya; özel doktorlar falan tutmuşsun!
Firavun diye biri tanır mısın; kuleler yapmış, kuleler, hey!
Daha ölüme meydan okuyamamış; boyundan büyük işlere girmiş?
Boyu devrilmiş sonunda. Şehrin kulelerini gördükçe... Sizi bilmem de;
Firavun geliyor aklıma; geliyor işte!