Kütüphanenin arkası küflenmişti. Kitapları indirdik. Beli bükülmüş raflar kelimelerin ağırlığından kurtulduğuna birkaç günlüğüne sevinecekti! Ortalık göçüyor. Hangi kitaba baksam diye bakınırken “İkinci Yeni Savaşı/Attila İlhan”a uzanmışım gayr-i ihtiyarî. Baktım Attila İlhan imzalı. Tarih atmamış. Öyle ya şairler için zaman izafî… 1984 olabilir.
Ne heyecanlı günlerdi. Fuar fuar gezerdik. Öğrencilerimi de götürürdüm arada. Daha sonraları bundan dolayı soruşturmaların hatrımı soracağını bilemezdim ki… Saf bir Anadolu sinesinde fitne/zan ne gezsin.
Ünlülerin bir kısmını da görmüştüm böylece. O zamanlardan epey imzalı kitaplar var. Hemen hemen çoğu öldü o isimlerin. Paraya dönüşürse bu imzalı deneme, şiir kitapları; parayı koyacak yer bulamam herhalde!
Şimdi ne o heyecan ne o sırlı günler… Bir boşluğa düşmüş gibi hissediyorum kendimi. Hiç böyle zamanlara uğrayacağım aklıma gelmezdi.
Attila İlhan demişken; demeden geçsem sitemlerinizden dünya, ahiret azad olamam. TRT’de, Türkiye cumhuriyetini özetler misiniz diyen spikere, Türkiye Cumhuriyeti’nin -o meşhur şapkasını bir iki ileri geri ittikten sonra olsa gerek- Said Nursî ve Mustafa Kemal karşılaşmasından ibaret olduğunu söylemiş olması öteki tarihçelere ev ödevi olsun da tez vakitte bir tez hazırla(t)sınlar.
«
HAYAT MEKTEBİ
"Has marul, sürahi marul...
Hasbahçenin gülü marul..." diye çocuk seslenişlerimle ben de sattım Kayseri'de; tadı, kokusu hâlâ bende o daha geri gelmez marulları. Ne burda ne orda kaldı o bahçeler. Artık hormonlusunu yiyoruz ve aşılarla şaşı olmamızı istiyorlar. Ben o mis kokulu has marullarımı istiyorum. Bu ne idüğü belirsiz ilaçlı yiyeceklerden bana ne!
«
HÜZN-Ü İSTANBUL
İstanbul unutmuyor, unutmadı ve bir yağmurda benden aldıklarınızın size dönüşü bu dedi. O eski kendimi bana geri verin diyor. Bu kadar katlı binalar; bu bana göre değil diyor. Yağmur denizle buluşamıyor. Martıları, balıkları, çınarları üç kuruşa küstürülen şehir... Fatih gelse tanır mı aldığı bu şehri?!
«
HUTBELERE BİR HİTABE
Hutbeleri diyorum. Kâğıda bakmadan okusa hocalar. Cemaatin gözlerinin içine bakarak... İçinden geldiği gibi... İlkokul çocuğu gibi eline tutuşturulanı noktası, virgülüne okumak… Nasıl bir hazıra konuculuk! Bırak; herkes kendi hazırlasın hutbesini. Aman, hoca yanlış bir şeyler söylemesin diye bu aşırı vesayet/korumacılık nasıl bir şeyse! Türkçe konuşmadan; asıl hutbeden sonra minberden inilmesini söylüyor kitap bir de.
İnsana lazım birinci şey hürriyet... Sonra sonra yorumlar da -tabiri caizdir- zamanımızla barışık değil... Beş yüz sene öncede yaşayanlara sesleniyor bu hutbeler, hükmüne itiraz çıkar mı?!
«
MANZARA
Hürriyetin yakası paramparça... Adalet öksüz bir çocuk... Kafalar alabildiğine karışık... Her şey çok kolay/laştı; her şey çok zor/laştı.. Herkes herkesten kaçmak istiyor. Herkes bitmeyen bir aşk arıyor. Allah'ı arıyor her vicdan...
Evler, arabalar huzur getirmedi. Yollar, köprüler bir yere götürmedi. Tatiller dinlendirmiyor; iyi mi! Niçin yaşadığımızı sormadık. Belli mi ne aradığımız?!
«
SİLAHLAR
Silahlar; caydırma, savunma amacı olmaktan çıkıp saldırı âleti olmuşsa... toprağa gömülmeli ve bu ölüm oyuncaklarının imalatı durdurulmalı. Yoksa dünyada emniyet şeridi bile kalmayacak! Benden söylemesi...
«
YAŞAYAN ÖLÜM
Ey dünyaya sığamayanlar! Ey hırs küpleri! Ey cimriler! Ey emelleri bitmeyenler! Ayrılık var bir gün. Ölüm diye “dipdiri” bir şey var.
«
AKŞAM
Niye öyle dedin ki Kemal? "Dönülmez akşamın ufkunda (mı)yız? Vakit çok (mu) geç?”
«
TİYATRO
Tiyatroyu, hayatın sahneye yansıması diye öğrenmiştik. Şimdi tiyatro hayatımız oldu; nasıl bir oyun?!
«
ŞEHRİN DOKUSU
Bir şehir yüzlerce yılda dokunur; dokunma bu yüzden.
«
DARBE GÜNLÜĞÜ
Nasıl oluyorsa... darbeciler sütten çıkma ak kaşık; indirilenler çok karışık… Ülkelerini öyle bir seviyor ki darbeseverler... sor—ma!
«
KARDEŞİMLE HASBİHAL
Ben demokrasi diyorum.
Sen o ne diyorsun.
Hürriyeti tatmadığın belli.
Vergilerinin gittiği yeri bilmiyorsun.
Karın tokluğuna çalışıyorsun.
İşsiz geziyorsun.
Ormanların cayır cayır…
Ellerin böğründe çaresiz…
Susmaya, konuşmaya korkuyorsun.
Ben adalet diyorum.
Teraziler kırılmış bir bir…
İşin yok mu diyorsun.
Diploman, paran beş para etmiyor.
Suyun çamur, ekmeğin hamur…
İşler nasıl; güzel kardeşim?