Bir yudum suyun ne olduğunu, yudum yudum anlamanın adı oluyor oruç.
*
Hayır, hayır! Adımı öğrendim bu Ramazan’da da: Âcizliğimin hep yerinde durduğunu…
*
Ummadığımız yerlerden/nerelerden geliyordu gelenler, nerelerden?!...
Düşünsene:
“Çıktım erik dalına;
Anda yedim üzümü!
Bahçe ıssı kakıyıp:
Der, ne yersin kozumu!”
Baksana! Erik dalına çıkıyorsunuz; o da ne?! Üzümmüş kısmet, diyorsunuz.
Bir daha: “O da ne!” Ki…bahçeci geliyor, cevizlerini neden yediğinizi soruyor.
Ne var ortada?!...
Yaa!
*
Yediğiniz içtiğiniz şeylerin sizin olduğunu sanıyorsunuz.
Sonra imsaklı, iftarlı zamanlar düşüyor içinizdeki/dışınızdaki takvimlere.
Sular seller gibi akan bir susuzluğunuz var bu çölde!
Vay, bu çölde ne yapardınız oruç gelip kapınızı çalmasaydı!
Az şey mi; seni sana hatırlatıyor oruç; hem de haftalarca bekliyor seni.
Yalnızken bile… yanmışken bile elin suya gitmiyor.
İnsanlık bu ya… insanlık bu! Yaa! İnsanlık; bu yaa!
*
Su, sana yakın olduğu kadar da uzak! İlla emir büyük yerden çıkacak. İllâ, illâ…
*
Şimdi özürler dileyelim izinsiz/hatırlamasız yediğimiz/içtiğimiz şeyler adına…
*
Gafletin zehir; tefekkürün panzehir olduğunu imzalarız her oruçta.
*
Ramazan’da, on bir ay duymadığımız ekmeğin kokusunu duyarız.
Duyarız da ne mi olur?
Açlığın dayanılmaz cazibesine kapılanlara sorun!
*
Bu nasıl hafifleyiş böyle! Dünya inmiş de sırtımızdan… ve yeniden doğuşun tazeliği gözlerimizde…
*
Oruç; öteki aç kalmalara, öteki susuzluklara benzemiyor.
Bir sırrı beraberinde getiriyor oruç.
Ne oluyorsa oluyor; kendini sevdiriyor oruç; anlıyorum.
Bu “sır” bende kalsın; sizinki de sizde...
Her oruçlunun derininde/gözlerinde bu sırdan izler var. İsteyen çözer.
*
O’nsuzluğun sonsuz boşluğa bizi düşüreceğini gösteren “Ramazan aynası” olmasaydı, neyi görecektik biz!
*
Her açlık, orucumuz; her lokmamız/yudumumuz iftarımız oluyorsa… oruçla tanışmışız demektir.
*
Oruç (bize) gelir koşa koşa…
Biz oruca gideriz açlığımızın bütün haşmetiyle…
Oruç (bizi) sonsuz doyurmak için gelir.
Biz ağlarız; oruç güler!
Biz ağlarız; imsak, anahtarı cebine koyduğu gibi sırra kadem basar.
*
Bu âlemin ambarları doyurmaz beni; buz gibi akarsuları kandırmaz…
Ne de olsa “çöl” burası…
*
İhtiyaçlarım… hani nerde?!
Nerde benim hastalıksızlığım, ölümsüzlüğüm?!...
Burada, bu çölde, ölüm var sana, bana!
Fakat oruç gelince dolarım da… doyarım da…
Fırınlar istediği kadar ekmek yapsın; yetmez ki bana!