“Kim insanların rızasına karşı (insanlar gücense bile) Allah’ın rızasını gözetirse, insanlardan gelen sıkıntılara karşı Allah onu korur. Kim de Allah’ın rızasına karşı insanların rızasını gözetirse, Allah, o insanları ona musallat eder.”1
Gönüllerin Sultanı Peygamber Efendimiz (asm), böyle buyuruyor.
İnsanların, bilhassa dünyaca saygın ya da makam sahibi kimselerin hatırını kırmamak, gönüllerini hoş etmek için tasannu, hatta ona karşı dalkavukluk eden birinin akıbeti, bu hadis-i şerifte karşılığını buluyor.
Çünkü Allah’ın razı olmadığı hiçbir işin, hiçbir davranışın değeri yok.
Önemli olan, rızâ-i İlahîye mazhar olabilmek.
Zira, “O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.”2
Konumuza mehaz olan ibretli ve hikmetli bir anekdot:
Cüneyd-i Bağdadî’ye birisi gelir, sorar: “İhlâsı kimden öğrendin?”
Bağdadî başından geçeni anlatır: “Mekke-i Mükerreme’de harçlıksız kalmıştım. Basra’dan para bekliyordum, ama gelmemişti. Saçım sakalım da çok uzamıştı. Bir berbere girdim. Ona, ‘Peşin olarak söyleyeyim param yok, Allah rızası için benim saçlarımı düzeltebilir misin?’ dedim.
“Berber o anda mevki sahibi birini tıraş ediyordu. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz etti. Berber: ‘Kusura bakma efendim. Sizi ücretle tıraş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi’ dedi. Berber bununla kalmadı, bana harçlık da verdi.
“Bir zaman sonra, beklediğim para geldi. Ben de ona bir kese para götürdüm. Ama o, ‘Asla alamam. İnan, Allah’ın rızası daha değerli’ dedi.”
Şu itikada, şu itaate; şu gönül tokluğuna bakar mısınız?
Dünya makamının, makamlara sahip olanların hatırının beş para etmediğini bilen berber, tıpkı, Bediüzzaman’ın; “Hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmez”3 veciz sözünü bizâtihî yaşamış ve Hakkın hatırını yeğ tutmuş.
Peygamberimiz (asm), bir hadis-i şeriflerinde, “Amellerin değeri, ancak niyete göredir. Bir kimse neye niyet etmişse, eline geçecek olan da odur”4 buyuruyor; bu konuya son noktayı koyuyor.
Dileğimiz, niyet yerini bula; akıbetler hayr ola.
Dipnotlar:
1- Tirmizi, Zühd, 64.
2- Said Nursî, Lem’alar, 164.
3- Müslim, İmare, 155.
4- Said Nursî, Divn-ı Harb-i Örfî, 43.