Bulunduğum semtte bir poliklinik (şimdi özel hastahane), yıllardır, binlerce nüsha tabloid boy gazete çıkarır, durur.
Neden çıkarıyor?
Çünkü bununla, evvelemirde işinin reklâmını yapıyor; çalışma politikasını ifade ediyor; ardından da fikrini, zikrini, duruşunu belirtmiş oluyor. Yani, bir taşla üç kuş vuruyor.
Bir polikliniğin / hastahanenin gazetesi olur da; bir fikir grubunun, bir hizmet ekolünün gazetesi olmaz mı?
Ticarî bir müessesenin çıkardığı gazete bile fikrine, zikrine, anlayış felsefesine göre bir duruş sergiliyor da; yarım asırlık mazisi olan ve hiçbir kara sayfası bulunmayan bir gazete, neden inandığı dâvâsından inhiraf etsin ki?
Risale-i Nur’un medya dünyasındaki dili konumundaki Yeni Asya’nın, onun hukukunu savunur olması bile dünyalara değer hizmettir. Tabiî bu, çalışma farklılığı gözetmeksizin, bütün Nurcuların hukukunu da savunmak; onlara da lisan olmak demektir.
Bunun örnekleri çok.
1971 yılında haberdar olduğum; 73’ten beri de okuyucusu olduğum gazetelerimizin –ki, gazete, zor günlerde başka ad altında da çıktı–Risale-i Nur’ları tebliğ etmekten, onu, temsil etmekten; ona hadim olmaktan başka bir şey yaptığını görmedim.
Her cemaatin, her hizmet grubunun, her fikrî kurumun kendine göre bir ihtisas alanı olduğu gibi; basın-yayın; gazetecilik, dergicilik, yayıncılık ve dışa açık hizmetler de, Yeni Asya okuyucularından oluşan bu ekolün en mümeyyiz vasfıdır. İnşaallah, böyle de devam edecektir.
Buna rağmen; Risale-i Nur eksenli, fikir tandanslı, özellikle, bu tezgâhtan çıkma bazı zihni mefluç kimsenin düşüncesinden ya da düşüncesizliğinden hâsıl olan bir soru:
“Efendim, Nurculuk, mevkutesiz olmaz mı?”
Cevap: Neden olmasın? O tarz çalışanlar zaten var. Gayretlerinden dolayı onları tebrik ederiz, ama bizim hizmet alanımız ve anlayışımıza göre, gazetesiz olmaz!
Neden olmadığını, niçin olamayacağını kahrı çekenler bilir.
Herkes gibi, bu gazetenin naşirleri; yazarları çizerleri de bilir, kolay lokma yutmayı. Onlar da bilir; suya sabuna dokunmadan, ihsanlara konmayı. Ama dâvâ adamlığı bu değil.
Maalesef, işin bir diğer vahameti de şu ki: Benim güzel arkadaşım, kıymetli gönüldaşım hem benimle, hem de benden gayrı! Bu ne perhiz, bu ne turşu?
Fısıltı, sahne arkasından geliyor!
İnsanlar, kusurla malûl; yanlış yapabilirler. Öyle de, kurumların suçu, insanlarının üstünden müesseselere vurmanın âlemi ne?
Siyaset rüzgârı, vakti gelince eser; vazifesi bitirince, diner. Zaten bu, bizim aslî işimiz değil. Ama dinmeyen bir şey var ki; o da, gönül sancısı, o da vicdan acısı!
Bizim şiarımız, müsbet hareket etmek olduğuna göre; telâfisi zor, vebali büyük durumlardan kaçınmalıyız. Çünkü hiçbir şey, şahıslarla kaim değil. Şahıslar gidici, dâvâlar ise kalıcıdır.
Biz, buna bakalım!..