Atalarımız; uzun tecrübeler sonucu bizlere öğütler ve dersler verecek çok güzel sözler (Atasözü) miras bırakmıştır.
Bir başkasının malını haksızlık ve zulüm ile elinden alan kişi hiçbir surette o malın hayrını göremez. Hayrını görmek şöyle dursun belalara uğrar, yaptığı yanlış davranışların cezasını mutlaka bir gün ya kendi ya da çocukları çeker.
Bir yerde çalışmadan, alınteri dökmeden, yorulmadan şayet bir insana para geliyorsa burada kul hakkı, haksızlık ve zulüm var demektir.
Elbette ki Müslümanın da malı, mülkü, parası olabilir. Mal, müminin yardımcısıdır. Ancak mallar, mülkler alınteri ile kazanılmalıdır. Özellikle helale, harama çok çok dikkat etmelidir.
Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır: “En güzel rızık helale, harama dikkat edilerek alınteri ile kazanılandır.” Bir başka hadisinde ise Efendimiz, “Helale, harama dikkat ederek çalışıp kazanan kimseyi, Allah (cc) çok sever.”
İncelendiğinde görülecek ki, bir çok enbiya ve evliya hepsi nafakalarını elinin emeği ile temin etmişler; kimileri terzi, kimleri marangoz, kimileri demirci, kimileri de ticaretle iştigal ederek dünya hayatlarını devam ettirmişlerdir. Mesela: Adem (as) ziraat, İdris (as) terzi, Nuh (as) Marangoz, İbriham (as) koyun tüccarı, Davut (as) zırh yaparak, Süleyman (as) Zembil yaparak, Zekeriya (as) ticaret yaparak, Salih (as) pamuk dokuyarak dünyevî hayatlarını devam ettirir, nafakalarını temin ederlerdi. Ahirzaman peygamberi Efendimiz (asm) ise ticaretle iştigal ederdi.
Efendimiz, (asm) bir diğer hadisi şerifinde ise şöyle buyurmaktadır: “Bir zaman gelecek ki, insanlar, yalnız malın, paranın gelmesini düşünüp, helaliniı, haramını düşünmeyeceklerdir.” Allah’ın Resulü, “Elinin emeği, alnının teri ile ye. Dinini satıp yeme“ buyuruyor.
Affınıza sığınarak burada bir hatıramı aktarmak isterim. Seksenli yıllarda S. Arabistan’da idim. İzine gelmiştim. Telefonum çaldı. Arayan babamın arkadaşı Hasan İslamoğlu idi. Bana; ”Ali hoca, Üsküdar’da altında iki dükkân üstünde de daireler bulunan bir bina icradan satılıyor. Çok ucuz, eğer vaktin varsa gel de satışına katıl” dedi. Ben de o zamanlar Ankara’da müteahhitlik yapan babama telefon açtım. “Hasan Amca böyle dedi ne dersin?” dedim. Babam da “Olur, git bak. Kafana uyarsa alırsın.”
Evden çıktım Üsküdar’a gitmek için İstinye’nin çarşısına uğradım. Merhum Mehmet İslamoğlu kahvenin önünde oturuyordu. O da babamın samimi arkadaşı idi. Bana “Hayrola Ali hoca böyle nereye gidiyorsun? Ben de Hasan amcanın telefon ettiğini, Üsküdar’dan satılacak olan bir evin ihalesine katılmaya gidiyorum” dedim. “Babana sordun mu?” dedi. “Sordum. Git bak dedi. Ben de gidiyorum” dedim. Mehmet Amca, “Babana o yerin icra ile satışa çıktığını dedin mi?” diye tekrar sordu. “Hayır, demedim” şeklinde cevap verdim. Mehmet Amca, yazıhanesinin anahtarını çıkartıp bana verdi. “Git babana telefon et. O yerin icra ile satıldığını söyle. Baban takrar git al derse, o zaman gidersin” dedi.
Babama tekrar telefon ettim. Yerin icra ile satıldığını söyledim. İkinci telefon etmemi ise Mehmet Amca söylemişti. Babam bana, “Oğlum sen bana önce icra ile satılıyor demedin. Sen duymadın mı ağlayanın malı gülene hayır etmez. Acaba o insan mülkünü niçin satıyor? Başına bir kaza mı geldi. Anası, babası, eşi veya çocuğu mu hasta. Onlara yaptığı masraflardan dolayı mı evini satışa çıkardı? Sıkıntısı olmayan bir insan neden evini satsın? Olmaz, Hasan Amcayı ara. Babam icradan satıldığı için gitmememi söyledi de” dedi.
Telefonu kapatıp, döndüm. Mehmet Amca heyecanla bekliyordu acaba babam ne diyecekti? Durumu anlattım. “Ha! Benim tanığım, Ali Sandıkçı, baban budur. Baban inançlı bır insandır. Bizim inancımıza göre ağlayanın malı gülene hayır etmez. Baban çok doğru söyledi ve yerinde bir karar verdi. Allah sana helalinden servet ve helalinden mülkler nasıp etsin” diye bir de dua eyledi.
Sonuç olarak elbetteki, “Ağlayanın malı gülene hayır etmez.” Rabbim hepimize dünya ve ahirette her şeyin hayırlısını nasıp eylesin. Amin.