Her gün yeni bir hayata gözlerimizi açarken, aslında yeni umutlar da çıkmış oluyor karşımıza.
Artık o gün uyandığımızdan itibaren başımıza ne geleceği, ne gibi zorluklarla karşılaşabileceğimizi düşünerek zaman harcamak yerine, gerçekten bize lâzım olan bir şeyleri aramalıyız. Etrafımıza bir bakmalıyız. Neler oluyor? Neciyiz? Nereden geldik? Ve nereye gidiyoruz?
Zaman öyle hızlı ilerliyor ki, bazen ömrümüzün ortasına dahi geldiğimizde, arkamıza bakarak sanki hiçbir şey yaşamadan, hemencecik bu yaşa geldiğimizi sanırız. Çünkü zaman boşa gitmiştir. Ondan dolayı elimizi çabuk tutup, başımıza gelen zorlukları üst üste sunan dünyadan sonra gideceğimiz asıl memleketimize, şu diyar-ı gurbetten aslî vatanımıza gitmek için hazırlanmalıyız. Bunun için ne gerekiyor; tabiî ki ilk olarak okumak. Okumak gerekiyor. Okumaya ihtiyaç hissetmemiz gerekiyor. Şu boşa geçip giden ömrümüze bir renk katıp, kırmızılara boyanmış, altın harflerle dünyanın bütün değerli taşlarına kazınsa yeri olan bir kitabı okumamız gerekiyor. Nedir bu kitap? Bu kitap bize aradığımız hakikati sunan, ruhumuzu rahatlatan, ahireti hatırlatan, ahirete hazırlayan, okudukça okuyasımız gelen, günde yemek-içmek gibi hiç eksiksiz devamlı okunası Risale-i Nur’dur. Bir şaheserdir bu kitaplar. Abartmıyorum, yalnızca olanı söylemekle yetiniyorum. Ömrümüz yavaş yavaş sona doğru yaklaşırken, artık bir şeylerin farkına varmamız gerekiyor. Risale-i Nur eserleri ise bize bunu kazandırıyor. Kalben dünyayı terk etmek, her ne olursa vardır bir hikmeti deyip yolumuza devam etmek, kendimize çeki düzen vermek gibi hassas konularda bizi bilinçlendiriyor.
Risale-i Nur eserleri öyle bir hakikattir ki, bu hakikati söndürmeye kimsenin gücü yetememiştir. Müellifi Üstadımız Bediüzzaman’ın böyle ulvî derecedeki bu hakikate hayatını vakfetmiş olması ve hiçbir şeye alet etmemesi bize gösteriyor ki, bu dava büyük ve hiçbir dünya menfaatine değiştirilemeyecek bir hakikattir. Diğer kesimler hiç çekinmeden davalarını açık açık izhar ediyorlarken, bizim sessiz kalmamız mümkün müdür?
Evet, acaba hiç akıl kârı mıdır ki, dine bağlı olmayan gruplar yalanlardan ibaret yaygaralarını yapsınlar da, bizler hakikati izhar tarzıyla müdafaa etmekte susalım? Acaba hiç mümkün müdür ki, İslâmiyet düşmanlığıyla, Üstad Bediüzzaman hakkında zalimane ve cabbarane haksızlıkları irtikab eden o insafsız propagandacılar, yalanlarını savunurken, biz, Üstad ve Risale-i Nur’un hakkaniyetini ilan ederek, o acip yalanlarını akîm bırakmaya çalışmayalım? Bizler, Risale-i Nur’u okuyacağız ve neşredeceğiz. Risale-i Nur’un mahz-ı hakikat ve ayn-ı hak olduğunu ve Bediüzzaman Said Nursî’nin, yapılan ithamlardan tamamıyla münezzeh ve müberra olduğunu, iftiracı ve tertipçi, hunhar din düşmanlarına mukabil, izhar ve edeceğiz.
Zira böyle bir davayı omuzlarında hisseden her ferd, şevk ve feyiz içinde hizmet etmeye kendini adayarak, bu hizmetin neresinde olursun, en küçük vazifeyi büyük ve yüce görerek davasına sahip çıkması gösteriyor ki, bu dava büyüktür. Bu dava bizimdir. Ve bende bir hakikat arıyordum. Buldum!