Dalâlet; yoldan sapmak, doğru yoldan ayrılmak ve hidayet kelimesinin bir nevi zıddı olarak tanımlanabilir.
Dalâlet kelimesini "sapmak" olarak da açıklayabiliriz. Yani doğru yoldan sapmak veya istikametten ayrılmak olarak zihinlere kazınan bir kelime. 
Üstadımız Bediüzzaman, Risale-i Nur'un bir çok yerinde bu kelimeyi kullanıyor. Risale-i Nur eserleri zaten başlı başına bir iman ve küfür mukayesesi olduğu için, bu kelime "doğru yoldan sapanlar" için kullanılıyor ve imanın ne kadar yüksek bir mertebe ve rahatlık, dalâletin ise aşağı ve itici ve sonucu hüsran olduğunu anlatıyor.
Bediüzzaman Hazretleri, yine böyle bir mukayese ve muvazene bahsinde Barla Lahikasında şöyle diyor: "Dalâletin sarhoşluğuyla ve gafletin sersemliğiyle ebedî elmasları satın almak için verilen letaif ve istidadat-ı insaniye sermayesini, fânî şişelere, soğuk buzlara veriyor. Elbette ham cam ve câmid cemed, elmas fiyatıyla alındığı için, en a’lâ cam ve en ecla[en parlak] cemed[buz parçası] alınır."
Başka bir yerde yine açıklamayı kendi yaparak şöyle diyor: "Dalâlet bir sarhoşluktur, gaflet bir sersemliktir ki, bâkî meta yerine fânî metaı alır. İşte şu sırdandır ki, ehl-i dalâletin hissiyatları şiddetlidir. İnadı, hırsı, hasedi gibi her şeyi şediddir. Bir dakika meraka değmeyen bir şeye bir sene inat eder. Evet, küfrün divaneliğiyle, dalâletin sekriyle, gafletin şaşkınlığıyla, fıtraten ebedî ve ebed müşterisi olan bir latîfe-i insaniye sukut eder; ebedî şeyler yerine fânî şeyler alır, yüksek fiyat verir. Fakat mü’minde dahi bir maraz-ı asabî bulunuyor veya maraz-ı kalbî var. O dahi ehl-i dalâlet gibi, ehemmiyetsiz şeylere ziyade ehemmiyet verir."
Bediüzzaman Hazretleri "dalâlet"in tanımını, ne olduğunu, sonucunun nereye çıkacağını eserlerinin bir çok yerinde söylüyor ve uyarıda bulunuyor.
Özellikle bu zamanda, gençlerin büyük çoğunluğu nefis ve hevalarına uyarak hareket ettiklerinden çabuk aldanarak dinini terk edip, doğru yoldan ayrılıyorlar, dalâlete sapıyorlar. İsteyerek veya istemeyerek bu yola süluk ediyorlar.
Mesnevî Nuriye adlı eserinde, "Şimdi ise, fikir ve kalblerin teşettütü, inayet ve himmetlerin za'fiyeti, insanların siyaset ve felsefeye ibtilâ ve rağbetleri yüzünden, bütün istidadlar fünun-u hazıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir" ifadelerini kullanıyor.
Sonuç olarak ise yazımızı yine Bediüzzaman Hazretleri’nin şu sözleri ile bitirmiş olalım; "Kardeşlerim! Bu zamanda dalâlet ve gaflete karşı pek çok manevî kuvvete muhtacız. Maatteessüf, ben şahsım itibarıyla çok zayıf ve müflisim. Harika kerâmâtım yok ki, bu hakâikı onunla ispat edeyim. Ve kudsî bir himmetim yok ki, onunla kulûbu celb edeyim. Ulvî bir deham yok ki, onunla ukùlü teshir edeyim. Belki, Kur’ân-ı Hakîm’in dergâhında, bir dilenci hâdim hükmündeyim. Bu muannid ehl-i dalâletin inadını kırmak ve insafa getirmek için, Kur’ân-ı Hakîm’in esrarından bazen istimdad ederim. Kerâmât-ı Kur’âniye olarak, tevâfukatta bir ikram-ı İlâhî hissettim, iki elimle sarıldım."
Üstadımız bu mütezivane ve hakikatli sözleri bize bir ders ve ibret niteliğindedir. Bu zaman en birinci vazifemiz imanımızı kurtarmak olduğundan, o yola müracaat edip, o yolu gösteren hakikatleri ders almamız gerekiyor. Bu yol ise Kur'ân güneşinden süzülen Risale-i Nur'dur.