“Demek, şeriatı isteyenler iki kısımdır: Biri, muvâzene ile zarûreti nazara alarak, müdakkikâne meşrûtiyeti şeriata tatbik etmek istiyor. Diğeri de, muvâzenesiz, zâhirperestâne, çıkılmaz bir yola sapıyor.”
“Sual: Şimdi çok hilâf-ı şeriat şeyler yapılıyor.
Cevap: Bence, muhâlif-i hakikat-i şeriat olan şeyler meşrûtiyete dahi muhâliftir, ya günahlarıdır veya ilcâ-i zarûrettir. Farzediniz, şu siyaset muhâlif olsun, yine telâşa mahâl yoktur. Zira, Şeriat-ı Garrânın bin kısmından bir kısmıdır ki, siyasete taallûk eder. O kısmın ihmâliyle, şeriat ihmâl olunmaz.” (Münâzarât, Said Nursî)
Üstad’ın bu ifadelerini incelediğimizde; zarureti nazara almak, yani müdakkikane konuya yaklaşmak, demokratik sistemin uygulanması sırasında ilca-i zaruretle muhalif-i hakikat-ı Şeriat bazı şeylerin olması yüzünden, telâşa kapılarak Şeriatın, İslâmın ihmal edildiğini düşünmenin doğru olmadığını, böyle telâşlanmanın muvazenesiz ve zahirperestane bir davranış olduğunu söylüyor. Dikkatli ve dengeli insanların demokrasi ile İslâmı ayrı tutmalarının mümkün olmadığını, Meşrûtiyetin Şeriata tatbik edilmesinin yani demokratik sistemin İslâm ülkelerinde tatbik edilmesinin dengeli bir davranış olacağını belirtiyor.