Üstadın “Cenab-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde hal ettiği ve bütün enva-i nimeti o sofrada, “umulmadık yerlerden” bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemâl-i rububiyetini ve rahmaniyet ve râhimiyetini o vaziyetle ifade ediyor…” (Mektubat, s. 470) ifadeleri sofra tanımımızı kökten değiştiriyor.
Daha önce yeryüzünü sofra olarak düşündük mü? Sofra denilince aklımıza ne geliyor? Birkaç kişinin bir masa etrafında toplanarak yemek yeme faaliyeti olarak düşünebiliriz. Bu tanım doğru olmakla beraber önemli eksiklikleri vardır. Bu eksiği nasıl giderebiliriz? Yeryüzünün sofra-i nimet olarak yaratıldığını düşünebilirsek eksiğimizin farkına varma imkânına sahip olabiliriz.
Sofra tanımımızın mekân ve kişi olarak çok genişlemesi bizlere farklı bir pencereden bakma imkânı verir. Yeryüzündeki bütün bostanlar, tarlalar, meralar, ovalar, çayırlar, çimenler o sofranın parçasıdır. Üstelik o sofranın misafirleri sadece insanlar değildir. Gözle görülmeyen mikroplardan tutun fillere kadar aklımıza hangi canlı geliyorsa o sofranın aziz misafiridir. Ne kadar lâtif ve hakikatli bir bakış değil mi? Yeryüzüne böyle bakmak insanın içini açıyor adeta.
Rabbimizin sonsuz rububiyet, rahmaniyet ve rahimiyet sıfatlarını okumamıza vesile olur. Kâinatı yaratan Rabbimiz başka bir canlı olmadığı kadar bizlere ihsanda bulunmaktadır. O sofraya her gün oturuyor, çeşit çeşit leziz taamlarla besleniyoruz. Acaba, sofra sahibine teşekkür etmemiz gerekmez mi? Gaflete ve esbaba dalarak bu vazifemizi ihmal edersek cezaya müstahak olmaz mıyız? İşte Ramazan bu hakikatleri düşünmek ve esbabı aradan çıkarmak için müthiş bir fırsat. Rabbim cümlemize bu hakikatleri düşünerek fırsatı değerlendirenlerden eylesin inşaallah!..