“Acaba bir Şeriat, “Karıncaya bilerek ayak basmayınız” dese, tâzibinden men etse, nasıl benî Âdemin hukukunu ihmal eder? (Tarihçe-i Hayat, s.92)
Mezkûr pasajdan hiçbir canlı üzerinde keyfi bir tasarrufumuz olmadığını anlıyoruz. Hak ve hukuk noktasında karıncanın nazara verilmesi ve tâzib kelimesinin kullanılması üzerinde düşünmemiz gerekir. Şeriat çoğu insanın hataya düştüyü konuda çok net bir sınır çiziyor. Boyutunun küçük olması onu değersiz kılmaz. Bu hakikat anlaşıldığında karınca öldürmeyi değil, rahatsız dahi edilmemesi gerektiğinin hikmetini anlamaya başlıyoruz.
Bu idrak bizi içtimai hayatta bambaşka bir perspektif kazandırıyor. Karıncayı incetemez hale gelen ve Rabbinden korkan insan elbetteki hesap gününü düşünerek kul hakkına riayet eden bir hayat sistemine kavuşuyor. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin karınca ile ilgili iki hatırası mevzuyu daha net bir şekilde anlamaya vesile olacaktır. İlk hatırasını talebesi Molla Hamid Ekinci ağabeyden dinleyelim:
“Erek Dağında havalar iyice soğuyana kadar kalmıştık. Artık neredeyse kar yağmaya başlayacaktı. Kaldığımız yer bayırdı. Üstad Bediüzzaman Said Nursi, bayıra pencere gibi bir yer açarak, oraya bir oda yapmamızı istedi. “Bayırın yamacında Üstad’ın istediği odayı yapıyorduk. Kazarken karınca yuvası çıktı. Üstad, karınca yuvasını gördü. Orayı kazmamızı istemedi. Sebebini sorduğumuzda:
‘Bir ev yıkıp, bir ev yapmak olur mu?’ diye cevap verdi. ‘Bu hayvanların yuvasını dağıtmayın, başka yeri kazın’ diye emretti. Biz başka tarafı kazmaya başladık. Oradan da karınca yuvası çıktı. Böylece üç yer değiştirdik. Bana yardım eden bir talebe arkadaş daha vardı. O, ‘Böyle olur mu hiç?’ diye bana sordu. Üstad gelir gelmez karıncaların üzerine toprak atalım. Yok, eğer böyle giderse biz akşama kadar, bu odayı yapamayız’ diyordu. Orada hemen hemen karıncasız yer yoktu. Nihayet orada güzel bir odacık yaptık.”
Ev yapalım derken karıncaların evsiz bırakılmasına Üstadın şefkatli yüreği razı olmuyor. Şeriat’ın haram kıldığı esasları sadece insanlarda değil karınca gibi mübarek mahlukatta da titiz bir şekilde uygulaması bizlere de tatlı bir ikaz hükmündedir.
İkinci hatırayı da yine Molla Hamid Ekinci Ağabeye kulak verelim: “Üstad Bediüzzaman karınca yuvalarının yanına gelince, ekmek, bulgur ve şeker koyardı. Kendilerine şekeri niçin koyduğunu söylediğimiz zaman: ‘Bu da onların çayı olsun’ diye gülerek cevap verirdi. Mübarek Üstad bütün hayvanlara, bütün varlıklara karşı çok şefkatliydi. Bir karıncayı bile incitmek istemezdi.”
Balık, kuş, kedi, köpek gibi evcil hayvanların dışında karıncalara da ikramda bulunulması gerektiğini Üstadın nezih, letafetli ve esprili üslubundan öğrenmiş oluyoruz.
Şeriatın emirlerini tüm mahlukata titizlikle riayet etmek duasıyla…