Risale-i Nur’u, tavsiye ettiğimiz kişilerden, şahsî okuyanlardan veya derslerini dinleyenlerden gelen ortak soru; “fazla anlayamıyorum” olarak karşımıza çıkıyor.
Oysa Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Risale-i Nur’un sadece akla değil; kalbe, ruha, vicdana ve sair lâtifelerimize hitap ettiğini söylüyor.
Cenab-ı Allah, kıyamete kadar dünyaya gelecek bütün insanların ruhlarını yarattığında; “Rabbiniz kimdir?” sorusuna karşılık olarak istisnasız bütün ruhlar “Rabbimiz Sensin!” diye cevap verdiler.
Onun için dünyaya gelen insanın en önemli vazifesi ‘Kal-u Bela’da Rabbine verdiği “söz” gereği, bütün lâtifeleri ile Yaratıcısını tanımak, O’nun emirlerini yerine getirmekten ibarettir. Bir başka ifade ile insan, ömrü boyunca Rabbini ve O’nun ilimlerini öğrenmek üzere dünyaya gönderilmiştir. Lâtifelerimiz sadece iman hakikatlerini dinlemekten zevk alırlar, bunun dışındaki sohbetler fani olduğundan ruhumuz rahatsız olur.
Böyle bir yapıya sahip olan insan ruhu, Allah’ı tanıtan her türlü bilgiyi kapar, saklar, vakti geldiğinde ortaya çıkarır. Hayatımıza akseden müsbet manadaki gelişmelerin farkında bile olmayız.
Zübeyir Gündüzalp Ağabey, derste uyuyanları uyandırmak isteyenler olursa izin vermez, “Bu kardeşimizin Risale-i Nur’a karşı iştiyakı olmasaydı buraya gelmezdi, hem bu hakikatler kulağından girse bile yeter” benzeri ifadeler kullanırmış.
Haydar Gündüzalp anlatıyor: “Ben bir defa İstanbul’a ziyaretine gitmiştim. O anda yanımda ‘Küçük Sözler’ vardı. Elime aldım, o anda biraz okumaya başladım. Dedim ki: ‘Ağabey ne yapayım, Risale-i Nurlar’ı okuyorum, ama bir şey anlamıyorum, ne tavsiye edersiniz?’
“Kardeşim anlamasan da oku. O Nurlar sadece akla hitap etmiyor. Aklın yanında kalp, ruh ve diğer lâtifeler hissesini alır. Sen oku, diğer lâtifelerin gıdasını alsın.” (Zübeyir Gündüzalp, İbrahim Kaygusuz, Yeni Asya Neşriyat, sh. 56)
Lezzetle ve iştahla midemize gönderdiğimiz yiyeceklerin içindeki vitaminlerin, gıdaların, minerallerin vücudumuzun muhtelif azalarına muayyen miktarda ve ihtiyaç olan yerlere dağılımından haberimizin olmadığı gibi, zevk ve heyecanla okuduğumuz Risale-i Nur hakikatlerini de, bütün manevî lâtifelerimiz hisselerini alır, ilmimiz artar da haberimiz bile olmaz.
Üstadımız, “Bu eserler benim malım değil, Kur’ânın malıdır” demiş. Kur’ân’dan tereşşuh eden Risale-i Nur hakikatlerindeki bu sır, okuma yazması olmayanları bile sadece dinleyerek imanlarını kurtarmış olmaları, bu iddiaya en güzel delildir.
Ayrıca Üstadımız; “Siz onların (Risale-i Nur’un) mütalâasını, kıymettar bir ibadet olan tefekkür nevi’nde telâkki ediniz.” (Barla Lâhikası) diyerek, okumaları bir başka değer kazandırmıştır.
Bıkmadan, usanmadan okumalara ve derslere devam, inşaallah.