Bu yazılarımızla külliyatın mukaddemesi hükmünde olan “Muhakemat” eserinin gelecekte yazılacak olan Risale-i Nur eserlerine fidanlık olduğunu bu zamanda yaşayan ve Risale-i Nur’la müşerref olmuş bizler daha iyi anlıyoruz. Bu önemli eserin bazı önemli kısımlarını şerh ve izah etmeye gayret ettik.
Bu şerh ve izah rahmetli Necati Can ağabeyimizle üç yıllık yaz okumalarının bir meyvesi olduğunu da belirteyim. Bu müzakereli derslerde aldığım notlar ve nakısane benim de katkılarım sonucu olarak başkalarının istifade etmesine de faydamız olması temenni ve duasıyla.
Osmanlı son dönemlerini yaşamaktadır. Kurumlar arası bağlar kopmuş âdeta her şey başıboş vaziyette ve idarecilerin keyfî tutumlarına göre işlemekteydi.
Üstad Hazretleri o günlerdeki Osmanlı siyasetini ve meşrutiyeti anlatmak için Münazarat’ı yazmış ve daha sonra özellikle araları bozulan ve sahipsiz kalan mektepliler ile medrese talebeleri arasındaki, birbirlerini tekfir derecesine varan, şiddetli münakaşayı önlemek için de Muhakemat’ı yazmış. Şöyle ki;
“Âlem-i İslam’da ehl-i sünnet ve cemaat denilen ehl-i hak ve istikamet fırka-i azîmesi, hakaik-i imaniye ve Kur’âniyeyi istikamet dairesinde hüve hüvesine Sünnet-i Saniyeye ittiba ederek muhafaza etmişler. Ehl-i velayetin ekseriyet-i mutlakası, o daireden neş’et etmişler. Diğer bir kısım ehl-i velayet, Ehl-i Sünnet ve Cemaatin bazı desatirleri haricinde ve usullerine muhalif bir caddede görünmüş. İşte şu kısım ehl-i velayete bakanlar iki şıkka ayrıldılar.
Bir kısmı ise , Ehl-i Sünnetin usulüne muhalif oldukları için, velayetlerini inkar ettiler. Hatta onlardan bir kısmının tekfirine kadar gittiler.
Diğer kısım ki, onlara ittiba edenlerdir. Onların velayetlerini kabul ettikleri için derler ki; ‘Hak yalnız Ehl-i Sünnet ve Cemaatin mesleğine münhasır değil’ ehl-i bid’adan bir fırka teşkil ettiler, hatta dalalete kadar gittiler”1
Üstad Hazretleri, Osmanlı’nın son dönemleri olan mariz asrında avam tabakasının meşrutiyeti daha iyi anlamaları için “Münazarat”ı, havas tabakası için de “Muhakemat”ı yazdığını söyleyerek önemli bir vazifeyi ifa etmiştir.
Devletlerde insanlara gibidir. Nasıl ki insanın rahatsızlanan bir uzvu bütün vücudu etkiliyorsa, devletin de bir kurumu bozuldu mu o bozulma her yere sirayet eder, âdeta bütün vücut hasta olmuş gibidir.
Artık asırlara hükmeden koca Osmanlı’nın sonu gelmişti. Asırlar mariz, yani sakat, zayıf. Devletin her kurumu hasta. Devleti teşkil eden birimler ise alîl, yani sakat.
Çare? Çare Kur’ân ve İslâmî esaslardan başka bir şey olamazdı. İşte Bediüzzaman da öyle yaptı.
Eskiden etkili ve keskin olan İslâmiyet kılıcı da etkisini kaybettiğinden. O kılıcı tekrar eski haline gelmesi için üstünde oluşan küfleri ve pasları “saykal” vurmak (cilalamak, parlatmak) gerekirdi. İşte “Muhakemat” eseri ile bunu yapmaya çalıştı.
Bid’atlar çoğalmış, Kur’ân’ı anlama ve yaşamada her ağızdan çıkan değişik sesler karmaşaya yol açmıştı, “Muhakemat” eseri, Kur’ân’ın nazil olduğu ilk zamanlarına ve İslâm’ın gerçek yüzünü gösteriyor olması ve Kur’ân’ın daha iyi anlaşılması için yeniden bir alt yapı oluşturuyor olması bakımından da önemli bir eserdir.
Dipnot:
1- 26. Mektup, 4. Mebhas, 9. Mesele.