Yeni yıl öncesinin “Kitle İmha Silâhlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin” altı maddelik teklifini “torba yasa” haline getirip yedi ayrı yasada değişikliklerle 43 maddeye çıkaran iktidar, böylece sivil topluma müdahaleyi “yasallaştırıldı.”
Apar topar çıkarılan “yasa”ya göre, hukukta hiçbir tanımı olmayan “mâkul şüphe”yle Cumhurbaşkanı, sivil toplum kuruluşlarının mal varlığını dondurabiliyor. İçişleri Bakanlığı, hangi kanun kapsamında olursa olsun hakkında soruşturma açtığı, kovuşturma yürütülen veya mahkûmiyet kurulan seçilmiş STK yöneticilerini “yargısız infazla” uzaklaştırıp görevden alma, yerlerine kayyım atama, sorgusuz-sualsiz 48 saat gözaltına tutma ve mahkeme kararı olmadan “mülkiyet hakkı”nı gasbla mal varlığına el koyabiliyor.
Keza “terörün finansmanı” bahanesiyle devletin vakıfların / derneklerin gelirlerine, topladığı yardımlara çökmesi sözde “meşrulaştırılıyor.”
En çarpıcısı da, OECD’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarıyla Türkiye’nin “gri liste”ye düşüp uluslararası alanda “yatırım yapılabilir ülke” olmaktan çıkacağı uyarısına karşı “yasa”nın asıl amaçlarının başında gelen “kara para”nın önlenmesine dair “siyasî nüfuza sahip kişilerin para akışlarının denetimi” uyarısı muhalefetin bütün ısrarlarına rağmen yasada yer almıyor!
VAKIF VE DERNEKLERE GİYOTİN KURULUYOR!
Aslında hukukçular, Türkiye’de terör konusunda yeni bir yasaya gerek olmadığını, sivil toplumu denetleyen kanunların yeterli olduğunu belirtiyorlar.
Anlaşılan, seçimde kaybettiği belediyelere kayyım atayıp el koyan iktidar, bu kez hukuk dışılıkları eleştiren, “teslim” olmayan, güdüme girmeyen, iktidardakilere medhiyeler dizmeyen sivil topluma kayyım atama peşinde.
Tıpkı, “tek kişilik sistem” ucûbesinde Hâkimler ve Savcılar Kurulu üzerinden yargıya “ayar verme” oldubittisindeki gibi.
Veya iktidarı eleştiren televizyonlara ceza üstüne ceza yağdırılarak ekranların karartılmasında, sosyal medyanın yasaklanıp erişimin engellenmesinde, yasalara aykırı olarak ilânlarının kesilmesinde, özel sektöre reklâm vermeme baskısında olduğu gibi.
Ya da OHAL KHK’leriyle, istihbarat jurnalleriyle, sahte ihbarlarla on binlerce vatandaşın hukukta hiçbir kıymeti olmayan “irtibat” ve “iltisak”la yıllardır sorgusuz - sualsiz tutuklanmalarıyla telâfisi imkânsız ağır mağduriyetlere uğratılmaları gibi.
AB’nin uyarılarının ardından uzun tutuklamanın hak ihlâli olduğu, mahkemelerde “suçluluğu”na hükmedilmeyenlerin derhal serbest bırakılması hükmünü ileten AİHM kararları için “Tanımayız, takmayız, uygulamayız!” tepkisindeki gibi.
Kısacası, son yasa Anayasasında taahhüd altına aldığı milletler arası sözleşmelerde verilen sözleri çiğnemekle Türkiye’yi dünyada hukukun olmadığı “kabile devleti” kategorisine indiriyor. AİHM kararlarının uygulanmadığı otoriterlikte tam bir hukuksuzlukla iktidara istediği vakıf ve dernekleri tepeden “kapatma” yetkisini bahşediyor!
“DALAVERELİ KUMPAS YASALAR”LA…
Ne var ki sırf yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesi hesâbına en üst düzeyde “adâlet reformu”ndan dem vurulsa da, hukukun olmadığı, kendisine “yerli” ve “millî” diyen iktidarın bütün muhalefeti “illet” ve “zillet” tahkiriyle, “terörist”, “hâin” ithamları savurulduğu ve sivil toplumu sindirip susturduğu bir ülkeye dış yatırımın da gelmeyeceğini bile bile “düşmanlaştırma”yla kamplaştırma ve kutuplaştırma tahrikleri devam ediyor.
Bu yüzden iflâs eden Yunanistan bile sıfır faizle kredi bulurken, Türkiye yüzde 17’ye varan faizle kredi bulamıyor. Yüksek faizi fırsat bilen, borsada ve özelleştirmelerde vurgun vuran, hiçbir yatırım yapmayıp hortumladığı paraları yurtdışına çıkaran “yabancı tefeciler”in tongasına düşüyor.
Ve bütün vakıf ve derneklerin kapatıldığı 12 Eylül 1980 darbesiyle Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınmasına benzer bâdirelerle karşı karşıya bırakılıyor.
Özetle, sırf siyasî sâiklerle hukuk devletine yakışmayan tam bir keyfilikle AKP’yi desteklemeyen vakıflara / derneklere âdeta giyotin kuruluyor; üzerlerinde “Demoklesin kılıcı” sallandırılıyor. Hiçbir yargı kararı olmadan sivil toplum bütünüyle devletin kontrolüne alınarak “ehlileştirilmek” isteniyor.
Âdil yargılama ve hukukun üstünlüğü çiğnenip, “dalavereli kumpas yasalar”la Türkiye’ye yine kaybettiriliyor.