Tam üç ay sonra Ankara’ya açtığı ilk telefonda Biden’in 1915 olaylarını “soykırım” isnadına Ankara’nın tavırsızlığı, akıbetsiz güdük dış politikanın iflâsını bir defa daha deşifre ediyor.
Anlaşılan, Washington çöken ekonomi kırılganlığındaki Ankara’ya istediğini yaptırma hevesinde. Ankara’nın ufuksuz dış politikasıyla “Amerika’nın hasımlarına yaptırımlar yoluyla mücadele yasası (CAATSA)” kapsamında Türkiye’ye ABD ile uluslararası kuruluşlardan mal ve teknoloji ihracatı ve kredisinin kesilmesiyle başlayan ağır ekonomik yaptırımlara yenileri ekleniyor.
ÂDETA YENİ TÂVİZLERİN SİNYALİ…
Bilindiği gibi Saray’dan Suriye’deki Rus uçağını “Biz düşürdük, yine düşürürüz!” tehdidiyle tetiklenen krizde Rusya’nın tepkisini dindirme, ilişkileri normalleştirme hesâbına uyarılar nazara alınmadan milyarlarca dolar ödenen S-440 füzelerinin hangarlara çekilip işlevsiz bırakılması da Amerika’nın öfkesini dindirmedi.
ABD, Türkiye’yi milyarlarca dolar harcadığı F-35 projesinden çıkarırken, “Türkiye ekonomisini mahvederim!” tehdit tweetleri atan “dostu Trump”un Cumhurbaşkanı’na “aptal olma, akıllı ol!” tahkirli mâlum “mektubu”na suskun kalındı. Amerikan yönetimi, Zarrap’tan sonra Türkiye’yi on milyarlarca dolar ceza ödemek zorunda bıraktıracak Halk Bankası davasını bir “tehdit sopası” olarak elinde tutan Amerikan yönetimi şimdi de “soykırım’ şantajı”nı savurdu.
Görünen o ki kurulan komploya karşı Ankara’dakiler tam bir çıkmazda. Bundandır ki “yeni Amerikan yönetimiyle işbirliğine teşne olduğu” mesajları veriliyor. Biden’in “24 Nisan suçlaması” düşük profilli oyalamalarla geçiştirilerek bu fevkalâde önemli konu karambola getirilmek isteniyor.
Daha önce her fırsatta “Ey Amerika!” diye rest çeken Cumhurbaşkanı’nın “Biden’in mesnetsiz, haksız, hakikatlere aykırı ifadelerini insani bulmuyoruz” hayıflanmasıyla kalması; iftiralara "radikal Ermeni çevrelerle Türkiye karşıtı grupların baskısıyla yer verildiği”nden yakınması dikkat çekici.
Belli ki Cumhurbaşkanı ile Meclis Başkanı’nın Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni tartışmaya açıp ABD’nin Karadeniz’e sokulmasının önünü açarken, ABD ile ilişkileri bozmamak uğruna yeni Amerikan yönetimine işbirliğine hazır ve teşne olduğu mesajlarıyla yeni tâvizlerin sinyali çakılıyor.
Kısacası, Amerikalıların şantajlarına üç gün boyunca susan Ankara’dakiler yine kuru kınamalarla geçiştirme peşinde. İktidar mahfillerinde ve “iktidara ilişik medya”da ne İncirlik Üssü’nün ve ne İsrail’in güvenliği için Müslüman komşu İran ve Suriye’ye karşı kurulan Malatya-Kürecik Radar Üssü’nün kapatılmasından tek kelime bahsedilmiyor.
Bu yüzden her fırsatta “millîlik”ten dem vuran siyasi iktidar, ABD’ye tavır almıyor, alamıyor…
DEMİREL İNCİRLİK ÜSSÜ’NÜ KAPATMIŞTI
Oysa Adalet Partisi (AP) hükûmetinde Türkiye, 1967’deki “Altı Gün Savaşı”nda İsrail’e karşı açıkça Filistin’in yanında yer alırken, dönemin Başbakanı merhum Süleyman Demirel, İsrail’in hâmisi ve destekçisi ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanma talebini “Müslüman kardeşlerimize karşı ülkemdeki üslerin kullanılmasına izin vermem!” diye reddederek ciddî, etkili ve asil bir duruş sergilemişti.
Keza 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtının ardından yine AP’nin başını çektiği hükûmetin Başbakanı olarak kucağında bulduğu “Amerikan silâh ambargosu” dayatmasına dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı Kissinger’le Amerikan Başkanı Ford’a “Bizi sert tedbirler almaya zorlamayın!” uyarısının akabinde 25 Temmuz 1975 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla ABD’nin İncirlik’i kullanmasını yasaklamış; Türkiye’deki 21 üs ve tesisi kapatarak Amerikan bayrakları yerine Türk bayraklarını çekip beş bin Amerikan askeri personelini devre dışı bıraktırarak Avrasya’daki Amerikan istihbaratını yüzde 40 kör eden fiilî tavır kararlılığıyla Türkiye’nin izzeti korunmuştu.
Oysa AKP iktidarında yıllardır hoyratça iç politika malzemesi olarak kullanılan “şahsi ilişkiler”e endekslenerek “şahsileştirilmiş”, diplomasinin ve Dışişleri’nin dışlandığı muallel “dış politika” savrulmalarıyla Türkiye bir yığın oldubittiye mâruz kalıyor.