Cumhurbaşkanı’nın “İsrail’in Suriye üzerinden bölgeyi ateşe atması”ndan yakınması, sığ “Suriye politikası”nı sözkonusu ediyor.
Vakıa şu ki 9. Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel’le dönemin Suriye Devlet Başkanı Hâfız Esad arasında 20 Ekim 1998’de imzalanan ve “iki komşu ülkenin topraklarında terör örgütlerine müsaade etmeyip terörle mücadelede işbirliği”ni esas alan “Adana mutâbakatı”nı devam ettirmek yerine -2011’de- ülkedeki iç savaş ateşi alevlendirildi.
Türkiye’nin İran ve Rusya ile imzaladığı, Suriye’nin toprak bütünlüğünün ve siyasî birliğinin taahhüd edildiği “Astana mutâbakatı”na işlerlik kazandırmak yerine, emperyal işgalciler hesabına vekâlet savaşı”nda Suriye ordusu ile savaşan El Kaide türevi IŞİD menşeli maşa radikal örgütlere destek verildi, işbirliği yapıldı.
SİLAHLI GRUPLARA DESTEKLE…
Gerçek şu ki “kırılma”, Irak’ı işgale giden 65 bin Amerikan askerinin İskenderun’dan Nusaybin’e Türkiye topraklarında ağır silâh ve mühimmatlarıyla konuşlanmaları için ilk AKP hükûmetinin apar topar çıkardığı “1 Mart (2003) tezkeresi”nin Meclis’te reddi üzerine 1 Eylül 2004 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararıyla altı deniz ve yedi hava limanının yanısıra İncirlik Üssü’nün Amerikan askerlerine açılmasıyla başladı. ABD savaş gemilerine ve uçaklarına, her türlü silâh, mühimmat ve savaş malzemesinin ithal/ihraç, nakil ve tevziiyle Irak’ın işgalle bölünmesine zemin hazırlandı.
Aynı tertip Suriye’de de uygulandı ve uygulanıyor. Zira daha 2013’te Katar eski Başbakanı Hamad Bin Casim’in Kuveyt’te yayımlanan el-Qabes gazetesine verdiği röportajda “Dünyanın her tarafından binlerce yabancı militanı Türkiye üzerinden bu ülkeye yığarak radikal terör örgütlerine devşirdik, bu uğurda bir yığın para harcadık” ikrarıyla Ankara’dakiler açıkça ecnebî işgalcilerle İsrail’in “Suriye’yi tefrika projesi”nde yer aldılar. Amerikalılarla birlikte Şam yönetimini devirmek amacıyla ithal taşeron grupların “eğit-donat programları”nda başı çektiler.
Aslında Amerikalıların İngilizlerle “organize ettikleri”ni itiraf ettikleri Colanî’nin başında bulunduğu Heyet Tahrirü’ş-Şam (HTŞ) ile diğer radikal örgütlerin on binlerce militanının Türkiye üzerinden Suriye sevkedildiği açıklamaları; iktidara yakın bir yazarın “Suriye’de ‘muhalif gruplar’ diye terör örgütlerine verdiğimiz desteği unutmayalım” ifadesi, AKP iktidarında, “otoriter rejim”de Ankara’dan dolar maaşlı “Özgür Suriye Ordusu”ndan (ÖSO) “Suriye Millî Ordusu (MSO)”ya silahlı gruplara işbirliğini tescilliyor. (Mehmet Barlas, Sabah, 2.1.2018)
POLİTİK PROPAGANDA!
Bu arada Suriye’nin kuzeyinde, Fırat’ın doğusunda ABD’nin tanktan topa, füzeden uçaksavara 50 bin TIR dolusu silâh ve mühimmatla silâhlandırıp 140 bin militanına “ordu” kurduğu “Suriye PKK’sı” PYD/YPG’nin omurgasını oluşturduğu “Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Suriye ordusuna katılmak yerine ayrı bir yapılanmaya gidiyor. Ülkenin yüzde 35’ini kapsayan en verimli topraklarını, su, petrol ve doğalgaz kaynaklarının yüzde 80’ni ihtiva eden bölgede “özerk-otonomi” peşinde; bunun fırsatını kolluyor.
Bir yandan “Kuzey Irak kampları, Kandil ve Suriye’deki tüm PKK unsurları silâh bırakacak!” havası pompalanırken, Trump’un övgüler dizdiği HTŞ lideri “dostu” Şara ile “general mazlum” dediği SGD lideri Mazlum Abdî’nin Amerikalıların gözetimindeki gizli görüşmelerde ülkenin etnik-mezhebî çatışmalara teşne hâle getirilmesiyle kargaşaya itilmesi.
Neticede, baştan beri ABD-İngiltere ve İsrail’in nezdinde İsrail’in kontrolüne verilen ve daha ilk günde ordusu imha edilen Suriye’nin başına getirilen Şara’nın İsrail’e direnecek gücü yok; Saddam ve Kaddafi’nin acımasızca akıbeti şantajıyla tâviz üstüne tâviz veriyor.
Amerika’nın Ankara Büyükelçisi ve Trump’un Suriye özel temsilcisi Thomas Barracak’ın ikrarıyla Suriye topraklarının 400 km karesini işgal eden İsrail’e en son “Dürzî Bölgesi koridoru”nu da terkle sahnelenen “emperyal tefrika oyun”u oynanıyor. Suriye de taşeron örgütler üzerinden “adem-i merkeziyet” ve “federalizm” paravanında etnik-mezhebî taksimle parçalanıyor.
Ve bu süreçte “Suriye bu hâle nasıl getirildi?” sorusu yeniden sorulurken, iktidardakilerin hâlâ “Suriye’nin toprak bütünlüğü”den, “PYD/YPG’nin silâh bırakması”ndan dem vurmaları, iflas eden “Suriye politikası”nı karambola getiren politik propagandadan öteye geçmiyor…