"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

DARBECİLERİN İDAM ETTİĞİ HASAN POLATKAN: ‘Şimdi Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıkıyorum, sakinim’

23 Eylül 2011, Cuma
YASSIADA'DA YARGILANIP İDAM EDİLENLERDEN DÖNEMİN DP'Lİ MALİYE BAKANI HASAN POLATKAN, İDAMDAN ÖNCE AİLESİNE YAZDIĞI BİR MEKTUPTA ŞÖYLE DİYORDU: “ŞİMDİ CENÂB-I HAKK'IN HUZURUNA ÇIKIYORUM. SAKİNİM. HUZUR İÇİNDEYİM. BENİM İÇİN ÜZÜLMEYİN. ALLAH MEMLEKETİ KORUSUN.”

      HASAN POLATKAN’A DAİR
1915 yılında Eskişehir’de doğdu. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. 1946 yılında Demokrat Parti’den Eskişehir milletvekili seçilerek meclise girdi. 1950 yılında ikinci defa milletvekili seçildi. Menderes hükümetinde Çalışma Bakanlığı yaptı. Daha sonra Maliye Bakanlığı’na getirildi. Demokrat Parti hükümetinde on yıl Maliye Bakanı olarak görev yaptı.
27 Mayıs İhtilâli’nde Kütahya’da tutuklandı ve yargılandı. 16 Eylül 1961’de İmralı Adasında asılarak idam edildi.
Merhum Hasan Polatkan ile alâkalı Erdal Şen'e ait şu yazı oldukça manidar olduğu gibi onu en iyi anlatan yazılardan biridir. Birlikte okuyalım:
***
“Siyasî hayatında 1957 Demokrat Parti’den Çanakkale milletvekili oldu. Menderes hükümetinde Başbakan Yardımcılığı, Devlet Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı yaptı.
27 Mayıs 1960 Darbesi’nde tutuklanarak, yeni oluşturulan ve Cunta Mahkemesi olan ‘Yüksek Adalet Divanı’ tarafından Yassıada’da yargılandı ve 16 Eylül 1961’de idam edildi.
İdamdan önce ailesine yazdığı bir mektup şöyledir:
‘Anneciğim, Emelciğim, Sevinciğim ve Ağabeyciğim,
‘Şimdi Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna çıkıyorum. Sakinim. Huzur içindeyim. Benim için üzülmeyin. Sizlerin de sakin ve huzur içinde yaşamanız beni daima müsterih edecektir. Bir ve beraber olun. Allah’ın takdiratı böyleymiş. Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim. Anne, siz sevdiklerimi muhafaza edin ve Allah’ın inayetiyle onların huzurunu temin edin. Hepinizi Allah’a emanet eder, tekrar üzülmemenizi ve hayatta berdevam olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim. Allah memleketi korusun. ’
 Polatkan’ın eşi, yıllardır
Hasan’ı için gözyaşı döküyor
“Yassıada denildiğinde hep Başbakan Adnan Menderes ve İmralı’da kurulan darağaçları akla gelir. Onun kader arkadaşlarının yaşadıkları ise ‘gölgede kalan acılar’ hanesinde yazılı.
“Dönemin Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu da idam sehpasında hayatlarını noktalamış; eşlerine, çocuklarına hasret, bu dünyadan ayrılmışlardı. Mezarları Topkapı’da yan yana olan bu üç kader arkadaşının eşlerinden hayatta kalan sadece seksen yaşındaki Mutahhara Polatkan. Kırk bir yıldır gözyaşı döküyor. Onun da Menderes’ler gibi eşine yazdığı mektupları, paylaşmak istediği birçok hatıra, anlatmak istediği önemli gerçekler var. (...)
“Mutahhara Polatkan eşiyle, Demokrat Partili bir mebus arkadaşının evine taşındı. Aslında Hasan Polatkan onu yıllar öncesinden tanıyor ve oldukça beğeniyordu. Hatta ziraat müfettişiyken kendisine talip oldu; ama babasını razı edemedi. Mutahhara nişanlanınca Hasan Polatkan bu sevdadan vazgeçti. Bir süre sonra nişan bozulunca ümitlenip tekrar istemeye karar verdi. Bu sefer mebus olarak kız istemiş ve olumlu sonuç almıştı. Mutahhara, Hasan Polatkan’la karşılaştığında, karşısında ciddî bir insan buldu; ama onu sevdi. 1949 yılında da evlendiler.
“Hasan Polatkan, evlilik hayatı boyunca ailesinden tebessümü hiç eksik etmedi. Şakalaşmayı seven, taklitler yapan hayat dolu bir insandı. Hatta Yassıada’dan çıktıktan sonra mahkeme başkanının taklitlerini yapacağını düşünüyordu evdekiler. İşlerine ise o kadar önem gösteriyordu ki baldızının düğününe bile gelememişti.
“27 Mayıs’a yaklaşılan günlerde hep ihtilâlden söz ediliyordu. Bir keresinde evin büyük kızı Sema ağlayarak geldi ve dudaklarından şu sözler döküldü: ‘İhtilâl olacakmış diyorlar.’ Evdekileri teskin etmek ise Hasan Polatkan’a düşmüştü. ‘Merak etmeyin, bir şey olmaz.’
“Olayın üzerinden çok geçmemişti ki, Polatkan ailesi için karanlık günler başladı. 27 Mayıs sabahı silâh sesleri duyan Mutahhara Polatkan, dışarı baktığında evin etrafının askerle çevrildiğini gördü. Ne olduğunu anlamak için telefona sarıldı ve Dahiliye Vekili Namık Gedik’in evini aradı. Telefonu açan Gedik’in oğlu, ‘İhtilâl oldu teyze. Babamı götürdüler.’ deyince dona kaldı. Ama onu daha da şaşkına çeviren, karşı evden duyulan alkış ve yuh sesleriydi. Sesler, İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’in evinden geliyordu.
“İhtilâlin ilk gününde Eskişehir’de tutuklanan Hasan Polatkan bir süre Ankara Harbiye’de tutuldu. On bir gün sonra da İmralı’ya nakledildi. Fakat evinin etrafındaki silâhlı birlik geri çekilmemişti. Arada sırada silâhlar patlıyor ve evin içinde bulunan Mutahhara Polatkan, iki kızıyla beraber tir tir titriyordu. O anki korkularını şöyle ifade ediyor Mutahhara Polatkan: ‘Heyecan, titremek, üzülmek, korkmak, yemek yememek, uyuyamamak. Bunların hepsini ben iki çocuğumla beraber hissettim o günlerde.’ Mutahhara Hanım daha sonra Ankara’dan ayrılıp İstanbul’a gelmeye karar verdi. Tutuklu bulunan eşine daha yakın olmayı düşünmüştü.

“İnönü idamı önleyebilirdi”
“Mutahhara Polatkan, eşinin başına gelenlere bugün bile bir anlam veremiyor. ‘Aklım havsalam almıyor, hâlâ niçin idam edildiklerini. Diğerleri gibi birkaç yıl hapis yatıp çıkamazlar mıydı?’ diye soruyor.
“Cevabını ise yine kendisi veriyor: ‘İsmet İnönü seçimle tekrar gelemeyeceğini anladı ve askerleri kışkırttı. Onlara yardım etti ve ihtilâl yaptırdı. Eğer İnönü o zaman ‘İdam edilmemeli’ diye beyanat verseydi askerler bunu yapamazlardı. Sesini bilâkis çıkarmadı. Çünkü cezaevinden çıkarlarsa şefaatçileri çok olur diye düşünüyordu.’
“Polatkan ailesinin sıkıntısı bununla da bitmedi. Babaları idam edildiği gün okula başlayacak olan iki kız çocuğunu okullar kabul etmedi. Okuma yazmaya yeni başlayan Nilgün ise 19 Mayıs İlköğretim Okulu’ndaki öğretmeni tarafından alaya alınıp küçük düşürüldü. Öğretmeni bir gün Nilgün’ü tahtaya kaldırarak sorular sormaya başladı: ‘Babanın adı ne? Ne iş yapıyor? Şu an nerede? Neden orada?’ Bu alaycı sorular Nilgün’ü arkadaşlarının içinde yıllarca mahcup bıraktı.
“Sema da babası idam edilmeden önce beşinci sınıfta okurken benzer bir durumla karşılaştı. Babasının İmralı’daki hali kendisine sınıfta zorla izlettirildi ve babasının bir deri bir kemik halini gören kızı çok üzüldü. O kadar etkilendi ki babası idam edildikten sonra annesini yalnız bırakmamak için hiç evlenmedi. Mutahhara Polatkan, tutulduğu akciğer kanserine (...) yenik düşen ‘vefalı kızı’ Sema’nın yokluğunun acısını taşıyor şimdi. Tek tesellisi küçük kızı Nilgün ve ‘Hasan’ isimli on yedi yaşındaki torunu.

‘Vehbi Koç’un şahitliği eşimi kurtarırdı’
Mutahhara Polatkan, ‘Vehbi Koç şahitlik yaparsa eşinin idam edilmeyeceğine’ inanıyor. Anlattığına göre, Hasan Polatkan CHP’li olarak bilinen Vehbi Koç’a büyük destek çıkmıştı.
Hatta ona 10 fabrika kurdurmuştu. Halbuki kendisine yapılan suçlama, “Bakanlık kaynaklarını Demokrat Partili yandaşlarına akıtıyor” şeklindeydi. Koç’un şahitliği o yüzden büyük önem taşıyordu. Nitekim Polatkan’ın avukatları Koç’un şahit olarak dinlenmesini talep edecekti. Ancak Vehbi Koç o esnada Türkiye’den ayrılmıştı: “Bizim, Koç’u şahit olarak gösterme niyetimiz öğrenilmiş olacak ki Vehbi Bey’in Türkiye’den ayrılmasını sağladılar. O dönemde yurtdışına çıkışlar yasak olduğu halde Vehbi Bey’i Türkiye’den İtalya’ya gönderdiler. Koç, bunu biliyordu veya bilmiyordu. Ama o zaman mahkemede konuşsaydı eşimi belki suçlayamazlardı. Partizan olsa CHP’li Koç’a niye yardım edecekti ki?’
“Hasan Polatkan mahkemede bunları anlatmak istemiş; ama yeteri kadar söz verilmemişti. Mutahhara Polatkan, eşinin mahkemede anlatamadıklarını şöyle dile getiriyor: ‘Ben partizan değilim. Vehbi Koç’un Halk Partili olduğunu biliyordum. Buna rağmen bir gün çağırıp, ‘Vehbi Bey sen dışarıdan alıp burada satıyorsun. Fabrikanı kur.’ diye teşvik eden benim. 10 tane fabrikasını biz teşvik ettik.’”

‘Babamın servetini Hasan’dan sordular’
Mutahhara ve Hasan Polatkan arasındaki tek görüşme aracı mektuptu. Eşinin ilk mektubunu on gün sonra alabilmişti.
Hasan Polatkan ailesine moral vermek için mektubunda gayet iyi olduğundan bahsediyordu. Ayrıca mektubunun sonunda terlik, havlu, tıraş makinesi, tırnak makası gibi ihtiyaçlardan bahsetti ve onların temin edilmesini rica etti.
Polatkan’ın mektupları Adnan Menderes’in eşine yazdığı duygusal mektuplardan çok farklıydı. Muhtevası sevgi dolu ifadelerden ziyade suçlamalara cevap vermek için eşinden bir yardım talebi gibiydi. Yassıada Mahkemesi’nde sürekli Hasan Polatkan’ın zenginliğinin nereden geldiği soruluyordu. Mektuplarında, bu suçlamalara karşı savunma için gerekli olan tapu ve makbuz gibi belgelerin acilen teminini istiyordu. Hâlbuki zengin olan Hasan Polatkan değil, eşiydi. Mutahhara Polatkan’ın babasından gelen bir zenginliği vardı. Yıllar önce Kırım’dan Türkiye’ye kaçan babası kısa zamanda Türkiye’nin en zengin ticaret adamlarından olmuştu. Türkiye’deki ilk Marsilya tipi kiremit fabrikası ona aitti.
Çocuklarına yazdığı mektup ise duygu doluydu Polatkan’ın. İdamından dört buçuk ay önce ‘Sevgili çocuklarım Sema ve Nilgün’ diye başladığı mektubunda sevgi, hasret ve şefkat vardı: ‘Semacığım. İmtihanların yaklaşıyor. Allah kolaylık versin. Fakat sen merak etme. Allah’ın yardımı ile muvaffak olursun. İmtihanlarınız sözlü olduğuna göre, çekingen olma. Cıvıl cıvıl konuş. Nilgüncüğüm, Ben burada her gün Fatoş ile Güngörmüş’ü okuyor, hem gülüyor, hem de seni hatırlıyorum. İnşaallah, seni bir gün dizlerime oturtarak o hikâyeleri sana ben okurum. İkinizi de hasretle kucaklar, gözlerinizden, yanaklarınızdan öperim sevgili çocuklarım.’

‘Öldürün; ama hakaret etmeyin’
Mutahhara ve Hasan Polatkan’ın ikinci ve son görüşmesi idamdan 20 gün önceydi. Kocasını bitkin halde gören bayan Polatkan oldukça üzüldü.
83 kiloluk adam on altı ayda 38 kiloya düşmüştü. Görüşme sırasında bir başka gerçeği daha öğrendi: “Elinin üzerinde bir ben olduğunu gördüm. ‘O ne?’ diye sordum. ‘Yok hiçbir şey’ dedi ve elini sakladı. Sonra arkadaşlarından öğrendim ki elinin üzerinde sigara söndürmüşler. Zaten çok eziyet etmişler Hasan Bey’e. Yarı beline kadar gelen soğuk suyun içinde tutuyorlarmış sürekli hakaret ediyor ve poposuna tekmeyle vuruyorlarmış. Hasan Bey bir gün kumandana ‘Bizi öldürecekseniz hemen öldürün; ama lütfen bu hakaretleri durdurun. Artık tahammül edemiyorum.’ demiş.”
Takvimler 16 Eylül 1961’i gösterdiğinde Polatkan’ın İstanbul’daki evi artık bir cenaze eviydi. Eve gelen misafirler idamı biliyorlar; ama belli etmiyorlardı. Mutahhara Polatkan, kara haberi kısa bir süre sonra kayınbiraderinden öğrendi: ‘Abimi idam ettiler.’ O an sessizlik bir çığlık sesiyle bozuldu. Bayan Polatkan fenalık geçirdi ve sokağa fırlayarak kendini araçların arasına attı. Mutahhara Polatkan eşinin öldüğüne uzun süre inanamamış. Ölümünün 40. günü okutulan mevlid sırasında bile, eşinin çıkıp gelivereceğini düşünmüş.
 
‘Bilmedin ne korkunç uykudaydın, 27 Mayıs sabahı uyandın’
Yassıada mektuplarının tek ortak yanı on satırı geçmemesiydi. Zarfların üzerine ise ‘Bilmedin ne korkunç uykudaydın, 27 Mayıs sabahı uyandın’ türünden yazılar yazıyordu.
Tek tek okunan mektuplarda sakıncalı görülen kelimelerin üstü karalanıyordu. Ama kimya mühendisi olan bayan Polatkan, üzeri kazınmış yazıları okumak için bir formül bulmuştu. Uygun bir asitle karalanmış yerleri silmeye çalışıyordu.
Polatkanların ilk buluşması ihtilâlden on bir ay sonra gerçekleşti. Hasan Polatkan eşine yazdığı mektupta bir an önce görüşme müracaatında bulunmalarını istedi. ‘Soyadına göre içeri alırlarsa, sona kalabilirsiniz endişelenmeyin’ demeyi de ihmal etmedi. Görüşmeler başladığında Polatkanlar ilk kafilede yer aldı. Beş yaşındaki kızı Nilgün ve on yaşındaki Sema da babalarını görmeye gelmişlerdi. Bir barakada yapılan buluşma esnasında, askerler de yanlarındaydı. ‘Karşımızda iki tane subay oturuyordu. Ellerinin altından tabancalarını bize doğrultuyorlardı. Bu mutlu anımızda bile huzurlu olamamıştık.’ diye o günü hatırlıyor Mutahhara Polatkan.” (Erdal Şen, Zaman, 7.2.2002)

DEVAM EDECEK
 
MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ
 
Okunma Sayısı: 27845
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • emel

    18.12.2012 00:00:00

    İdamdan önce ailesine yazdığı bir mektup şöyledir:
    ‘Anneciğim, Emelciğim, Sevinciğim ve Ağabeyciğim,

    ve devamındaki mektup Fatin Rüştü Zorlu’ya aittir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı