"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Siyaset yargıdan elini çekmeli

14 Aralık 2019, Cumartesi
Prof. Dr. Ramazan Yıldırım: Hukuk devleti olması için siyasetin yargıdan elini çekmesi lazım. Buna ek olarak siyasetin camiden, kışladan, üniversiteden ve diğer eğitim kurumlarından çıkması lazım. Eğer biz buralardan siyaseti çıkaramaz isek tıpkı Birinci Balkan Harbini çok ağır bir yenilgiyle kapadığımız gibi çok ağır felÂketlerle karşılaşırız.

Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde verilen “hürriyet” temalı Prof. Dr. Ramazan Yıldırım Semineri - 2

***

Siyaset yargıdan elini çekmeli

Batı medeniyeti içerisinde hukuk devletinin ön aşamaları olan mülk devleti ve polis devleti anlayışlarını, Türk devletlerinde bire bir göremiyoruz. Çünkü Türk devletlerinin ana karakteri merkeziyetçi bir yapıya sahip olmalarıdır.

İslâmiyet öncesi Türkistan’da (Orta Asya’da) ve diğer yerlerde kurulan Türk devletlerinin ortak özelliği hükümdarlık makamının yanında bir kurultay veya toy makamının olmasıdır. Bugünkü bizim parlamentonun karşılığı, İslâmiyet öncesi Türk devletlerinde toydur. Ana kurallar ana töreler kurultaylarda kararlaştırılırdı.

Ancak iktidar tanrısal kaynaklıdır. O zamanlar dünyanın her yanında olduğu gibi… Bunu Bilge Kağan’ın kitabesinden anlıyoruz. Bu kitabeler beşinci yüzyılda yazılmış. Yani Hz. Peygamberin (asm) yaşadığı döneme yakın bir dönemde yazılmıştır.

Eski Türklerde devlete “İl”, hukuka da “töre” deniyordu. Eski Türklerde “töresiz devlet olmaz”, “devlet töresiz olmaz” atasözü vardır. Yani her şey kitabîdir ve kurallıdır. Orhun Kitabeleri’nde ve özellikle Bilge Kağan Kitabesi’nde geçen “ağır töre” kavramı “temel töre”,“ana töre” yani bugünkü anlamıyla anayasadır.

Orhun Kitabeleri’nde, devleti yönetenlerin bir hesap vermesi söz konusudur.

Töre kurallarına Hakan da dahil olmak üzere devletin bütün organları ve bireyler uymak zorundaydı. Örneğin Bilge Kağan, Çin Seddi’nden etkilenerek, Göktürk şehirlerinin etrafını surlarla çevirmek istemiştir. Ancak devletin yasama organı olan TOY, “biz hapis gibi yaşayamayız” diye Bilge Kağan’ın önerisini reddetmiştir.

Özetle, İslâmiyet Öncesi kurulan Türk devletlerinde kuvvetler ayrılığı var, denetim var, toylar veya kurultayların aldıkları kararlarla belirleyici bir rol üstlenerek Kağan’ın egemenliğine sınır getirmesi vardır. Yani İslâmiyet öncesi Türk devletlerinde mutlak bir krallık yoktur.

İslâmiyet öncesi Türk devletlerinde iktidarın tabiatı hizmet, ülküsü adalettir. Dolayısıyla halkın devletten ya da hükümdardan bekledikleri de ekonomik istikrar, can ve mal güvenliği, âdil kanun çıkarılması ve uygulanmasıdır. Yani bugünküyle neredeyse aynı…

Gelelim İslâmiyet’ten sonra Türkistan’da (Orta Asya’da) ve diğer yerlerde kurulan Türk devletlerine. Bu devletler, Medine’de kurulan İslâm devletiyle birebir aynı değildir. Farklılıklar vardır. Çünkü hükümdarlık anlayışları farklı, devletteki askerî karakter farklı… Dinî davranış ve sosyal hayattaki davranışlar farklı…

Türk-İslâm devletleri, İslâmiyet’le birlikte bozkır gelenekleri ve töreyi de uygulamıştır. Bu uygulamayı da özellikle Osmanlı dönemindeki kanunnamelerde görüyoruz. Ama teorik İslâm devleti ile Türk-İslâm devletlerinin orta paydası daima İslâm Hukukudur. İslâm Hukukundaki normlar hiyerarşisi; kitap, sünnet, icma, kıyas diye yukarıdan aşağıya doğru gidildiğinde sonraki altsıralarda töre de yer alır zaten. Özellikle Osmanlı döneminde bu töre ön plana çıkarılmıştır.

Şimdi uygulamaları değerlendirecek olursak:

Her Cuma’da imamlarının minberden okuduğu Nahl Sûresi 90. Âyetin manasını okuyalım: “Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder. Çirkin işleri, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye öğüt verir.” Bunun dışında başka âyetler de var. “Bir topluluğa olan kininiz, hıncınız sizi adaletten ayırmasın” diye de bir ayet daha var. Bu şekilde hukuk devletinin temelini atan on on beş âyet mevcuttur. Suçun şahsiliğine ilişkin ilkeyi meselâ “kimse kimsenin suçunun cezasını çekmez” âyetinde buluyoruz.

Hukuk devletinin sorumluluk unsurunu da Hz. Peygamberin (asm): “hepiniz çobansınız, hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz” hadis-i şerifinden anlıyoruz.

“Adalet mülkün temelidir” sözündeki mülk kavramı “devlet” anlamındadır. Ancak yirminci yüzyılda Türkiye Türkçesi açısından “mülk” kelimesi anlam daralmasına uğradı. Bu sebeple “Adalet devletin temelidir” sözü daha çok anlam ifade ediyor.

Türkiye Türkçesinde “devlet” kelimesi de anlam daralmasına uğramıştır. Ne diyor Kanunî Sultan Süleyman, “halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”. Yani diyor ki, “İnsanların kafasında devlet deyince benim oturduğum taht var, ama benim de kafamda ve hedefimde sıhhat denilen daha büyük bir devlet var”. O halde ne anlama geliyor devlet? Sıhhat, sağlık, afiyet, mutluluk, dirlik düzenlik… En büyük devlet bu. Bugünkü devlet ise yürütme organı anlamında devlet olmuş.

Eski insanlar da birbirlerinden ayrılırken “sağlıkla gidin” demezdi de “devletle gidin” derdi. Osmanlı kültürüne sahip aydınlarımız hâlâ devlet kelimesini bu anlamda kullanırlar.

Hukuk kuralları Türk devletlerinin yükselme dönemlerinde tavizsiz uygulanmıştır. Hukuk kurallarının herkes için tavizsiz uygulanacağı, adaletin olması gereken yerde merhametin, merhamet olması gereken yerde de adaletin olmayacağı anlayışları Türk–İslâm Devletleri’nde mutlak kabul görmüştü. Bunun en somut örneği, Fatih Sultan Mehmed Han ile Rum mimar arasında yaşanan dâvâ olayıdır. Bu olay şöyle cereyan etmiştir: Sultan Fatih bir cami yaptırıyordu. Bu caminin mimarı işinin ehli olan bir Rum’du. Cami yapılırken kullanılacak mermer sütunları konusunda bu Rum mimar ile Sultan Fatih arasında bir anlaşmazlık çıktı. Rum mimar, bu sütunları yaparken mimariye uygun olması gerekçesi ile Fatih’in dediği şekilde değil de, kendi düşüncesi doğrultusunda yaptı. Bunu gören Fatih öfkelendi. Rum mimarın, caminin estetiğini bozmak için böyle yaptığını düşünerek onun elini kestirdi. Eli kesilen Rum, Sultan Fatih’ten dâvâcı olmak için kadı Hızır Çelebi’ye giderek müracaatta bulundu. Hızır Çelebi, Rum mimarı dinledikten sonra bilirkişi heyetinden bu meseleyi araştırmalarını istedi. 

Araştırma ve inceleme sonucunda tesbit edildi ki: Rum Mimar, caminin estetiği bozulsun da kötü gözüksün diye değil, gerçekten de mimariye uygun olsun diye öyle inşa etmiş. Anlaşıldı ki Fatih haksız. İstanbul ile birlikte nice ülkeleri ve krallıkları fetheden, çağ açıp çağ kapayan Sultan Fatih, sanık sandalyesinde yargılanıyor... Hüküm verildi... Kısas yapılacak. Rum mimarın elini kestiren Fatih’in de eli kesilecekti. Fatih büyük bir teslimiyette hükme razı oldu ve “şeriatın kestiği parmak acımaz” diyerek cezaya boyun eğdi. Bu arada Fatih, kadıya dönüp kılıcını göstererek şöyle dedi: “Ey kadı! Şayet ben padişahım diye korkup haksız olduğum halde lehime hüküm verseydin, vallahi şu kılıçla başını uçururdum!” Kadı Hızır Çelebi’de hemen yanı başındaki asılı olan topuzu göstererek: “Sultanım! Şayet sen de Padişahlığını öne sürüp bu İslâm mahkemesine saygısızlık etseydin, vallahi şu topuzla müdahale edecektim!..” Fatih’in elinin kesilmesinden kurtulması, ancak Rum mimarın kısastan vazgeçmesi yani Fatihi affetmesiyle mümkün olmuştu.

Gelelim Cumhuriyet’e.

Cumhuriyeti kuran irade, bir devrimci iradedir. Ama devlet o dönemde bile bilhassa adaleti gerektiren işlerde hukuk kurallarına son derece saygılı bir biçimde hareket etmeye çalışıyor. Örneğin 1930’da çıkarılan bir İlk Ve Orta Tedrisat Muallimlerinin Terfi Ve Tecziyeleri Hakkında Kanun vardı. Bu kanunda, ilkokul öğretmenlerine verilen uyarı ve kınama cezalarının dahi yargı denetimine tabi olacağı yazılıydı. Bu kanun, 2014 yılında 6528 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılmıştır. Şimdi 1982 Anayasası’nın ilk halinde, bir sürü yargı bağışıklığı söz konusuydu. Bu bağlamda “biz tarih sürecinde gittikçe hukuk devletinden uzaklaşmışız ve polis devletine doğru yaklaşmışız.” gibi bir sonuç çıkmaktadır.

Millet olarak yükselişe geçtiğimiz dönemlerin hepsi, hukuku ve adaleti tavizsiz uyguladığımız ve kuvvetler ayrılığının hakim olduğu dönemlerdir. Ne zaman ki hakanlar, kağanlar, yöneticiler töreyi, kurultayı tanımaz olmuş, o zaman devlet yıkılmış. Nizamülmülk’e atfedilen, “Devlet küfürde baki olabilir, ama zulümde asla” diye bir söz vardır. Tarih göstermiştir ki adaletten saptığınızda devletlerimiz yıkılmıştır.

Gelecek nesillere adaletten şaşmayan bir kültür aşılamamız gerekiyor. Bunu yapmaz isek istediğimiz kadar yasalarda değişiklikler yapalım, istediğimiz anayasayı yapalım. Hiçbir anlamı yoktur.

Moderatör: Şimdi ne durumdayız. Hukuk devleti olarak?

Cevap: 1982 anayasasının ilk durumuna göre mevzuatımızda hukuk devletinin olması yönünden epey bir mesafe katettik. 1982 anayasasının ilk biçimiyle şimdiki arasında karakter farkı vardır. Fakat demin dediğim gibi uygulamaya bakmak lâzım. Uygulamada eğer hakim karar verirken “ben bu kararı verdiğimde valizimi toplayacak mıyım” diye düşünüyorsa orada hukuk devleti olmaz.

Şimdi diyorlar ya yargı paketinde hâkimin coğrafi teminatı diye. Coğrafi teminatı baştan yıkmamamız gerekirdi bizim. Hukuk devleti olması için siyasetin yargıdan elini çekmesi lâzım. Buna ek olarak siyasetin camiden, kışladan, üniversiteden ve diğer eğitim kurumlarından çıkması lâzım. Eğer biz buralardan siyaseti çıkaramaz isek tıpkı Birinci Balkan Harbi’ni çok ağır bir yenilgiyle kapadığımız gibi çok ağır felâketlerle karşılaşırız. Beka sorunu işte buralardan çıkar.

Moderatör: O zaman sorunun bir devamı olacak. Öyle anlıyoruz ki ancak anayasal düzende bazı şeyler bir de mevcut yapının iyileştirilmesi adına insan kalitesinin yükseltilmesi gerekiyor. Hukuk devletini yeniden tam tesis edebilmek için kurumsal olarak ne gerekiyor?

C: Şimdi ona Kur’ân-ı Kerîm’den mülhem bir hikâye ile cevap verelim. Hz. Musa Tur Dağı’na çıkıyor. Kırk gün sonra kavminin yanına geliyor bir bakıyor ki insanlar yeniden buzağıya tapıyor. Demek ki mevcut alışkanlıklarından insan kolay kolay kurtulamıyor. Hukuk devletinin olabilmesi için, yeni nesillerimizi, hemen şimdi hukuk devleti ilkeleriyle yetiştirmeye başlamamız gerekir. İş eğitimle başlayacak.

Yine Kur’ân-ı Kerîm’den mülhem bir hikaye ile devam edelim. Hz. Musa’ya kavmiyle birlikte Kudüs’e gitmesi emrediliyor. Bunu kavmine söylediğinde kavmi “Biz girmeyiz, Tanrınla birlikte sen savaş, onları çıkar, sonra biz oraya girelim” diyorlar. Bunun üzerine sahraya geri gönderiliyorlar. İsrail oğulları kırk sene orada kalıyor. Sahrada bir ilâhî ıslah söz konusudur. Demek ki bu inatçı insanlar orada telef oldular ve yerine vahiy kültürüyle yetişmiş yeni nesil geldi. Ondan sonra Kudüs’e girildi.

Moderatör: Hocam bizdeki yargılamalar neden bu kadar uzun sürüyor?

C: Yargılamalar gerçekten uzun sürüyor. Bir kere dosyanın hazırlanmasında özellikle ceza dâvâlarında büyük sıkıntılar var. Biz gerçekten kültür olarak dinamik bir toplumuz. At sırtında gelmiş bir milletiz ve atın üzerinden inmişiz, arabaya binmişiz, ama bu dinamizmimiz hâlâ devam ediyor. Çok fazla vakıa ve olay yaşıyoruz. Bu nedenle adliyeye intikal eden olay sayısı çok fazla… Belki de millet olmanın bir gereği bu. Rahmetli Sulhi Dönmezer Hoca anlatmıştı. İsrail’de 1970’li yıllarda ilk defa bir Yahudi bir Yahudi’yi öldürmüş. Herkes paniklemiş. O günün İsrail devlet yöneticisi “çok şükür şimdi biz devlet olduk” demiş. Yani başka ülkelerden gelmiş Yahudiler oraya toplanmışlar, sonra ilk defa ağır bir anlaşmazlık yaşamışlar ve biri birini öldürmüş. Bir siyasal toplum (devlet) olarak ne yapacaklarını karara bağlayacaklar. Âdil ceza yargılaması Sulhi Dönmezer’e göre devlet olmanın unsurlarından birisidir. Ama bunun makul bir hızda da yapılması lâzım. Hızlı yapılması için de savcının elindeki adlî kolluğun iyi çalışması lâzım. Savcılık makamının altındaki yazı işlerinin iyi çalışması lâzım… Savcının da gerçekten kamuyu savunması lâzım…

Meselâ Tandoğan’dan Kızılay’a yol boşken iki dakikada gidilir. Ama maksadınız bu caddede kiralık bir ev aramaksa on beş dakikada gidilir. Yani hâkimin hızlı değil “gerektiği kadar hızlı” yani ayrıntıları atlamadan “baka baka” gitmesi önemli.

Moderatör: Hocam son bir anayasa değişikliği oldu. Başkanlık sistemine geçtik. Bu bizi Hukuk devletine yaklaştırdı mı uzaklaştırdı mı?

C: Geçtiğimiz hükümet sisteminin adı, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, uygulamada başkanlık sistemidir. Başkanlık sisteminin hukuk devletini zayıflatan tarafı da güçlendiren yanı da yoktur. Başkanlık sisteminin anavatanı ABD, bir hukuk devletidir. Hukuk devletinin “olmazsa olmaz” unsuru olan kuvvetler ayrılığının tam olarak uygulanabilmesi için Amerika’daki sistemin tam anlamıyla gelmesi lâzımdı. Şu andaki kuvvetler ayrılığı sisteminin, fiilen kuvvetler birliğine dönüşme riski vardır.

Şöyle izah edeyim. Şimdiki sistemde aynı gün kurulan sandıklardan hem cumhurbaşkanı hem onu denetleyecek parlamento çıkıyor. Hâlbuki bu durumda tolumdaki aynı siyasî eğilim aynı gün hem yasama sandığına hem de yürütme sandığına yansımış olur. Denetleyen ile denetleyecek kişi aynı görüşün temsilcisi olur. Bundan ise yeterli denetim çıkmaz. ABD’de parlamentonun ve başkanlığın seçimleri farklı tarihlerde yapılır. Parlamentonun üçte biri devamlı yenilenir.

İstikrar sağlanması için yönetim güçlü olmalı, ama denetim mekanizmasının da tam olarak işlemesi gerekir. Bizim şu andaki cumhurbaşkanı sistemimiz aslında aşina olduğumuz bir sistem… Bu sisteme belediye seçimlerinden alışığız. Belediye seçimine gittiğimizde hem başkanı hem onu denetleyecek meclisi seçmiyor muyuz? Şu ana kadar hangi belediye meclisi hangi başkanı gerçek bir denetim sebebiyle yerinden etti? Ben bir tane söyleyeyim. Birkaç yıl önce Adana Büyükşehir Belediye başkanı koltuğundan gitti. Çünkü mecliste muhalefet çoğunluktaydı. Şimdi Ankara ve İstanbul’da istisnaî olarak Büyükşehir Belediye meclisleri kendi başkanlarını etkin biçimde denetleyebilirler. İşte bizim hükümet sistemimiz buna benziyor şu anda. Bu sistemde denetim istisnaî ve zor. Diğer taraftan HSK’nın üyelerinin dördünü cumhurbaşkanının, yedisini TBMM’nin seçtiğini; Cumhurbaşkanı ve TBMM’nin aynı gün seçildiğini düşünürsek, fiilen bir kuvvetler birliğine geçme tehlikesi gerçekten mevcuttur.

Moderatör: Eski devletlerimizi yönetenler at sırtındaydı ama bir sistemleri vardı. Şimdikiler arabaya biniyor ama sistemleri yok. Bu gidişat içerisinde cemaatlerin hukuk devleti açısından yeri nedir ne olmalıdır?

C: Konuya sosyolojik yönüne de bakarak cevap vereyim. Biz Asyatik bir toplumuz. Avrupa toplumu değiliz. Avrupa toplumlarının sivil toplum örgütleri sendikalar ve derneklerdir. Asyatik toplumların sivil toplum örgütleri ise cemaattir, aşirettir, tarikattir. Şimdi siz bu sosyal gerçeği kabul etmeden sivil toplum alanını düzenlemeye kalkarsanız çuvallarsanız.

Cumhuriyetin tek partili yıllarındaki gibi Asyatik nitelikli sivil toplum örgütlerinin “ben yaptım oldu” mantığıyla çıkarılan kanunlarla kaldırılması veya lağvedilmesi doğru değil. Siz cemaati ya da tarikatı yasaklamakla onu kapatmış olmuyorsunuz. Ona gönül veren insanları ve onu yer altına iterek devletin kontrolünden çıkarmış oluyorsunuz. Devletin yönetimi açısından belki de daha tehlikeli bir durum ortaya çıkıyor. Bunu serbest bırakıp güvenlik yönünü yasal olarak düzenlerseniz ve etkin biçimde de denetlerseniz, belki de bunlara gerek kalmayacak.

Tarikatlar, cemaatler legalleşmeli. Bunun için de yasama organı sadece güvenlik ve denetim yönünden yasa yapmalı. Asyatik sivil toplum örgütlerini yasaklayan kanunlar kaldırılarak yerine bir düzenleme ve denetim kanunu çıkarılması lâzım. Şimdi her şeyin gün yüzüne çıkması lâzım… Şu anda tarikatler, cemaatler ne yapıyor? Avrupaî tipte örgütlenmeye gidiyorlar. Ama buna da inanmadıkları için bol miktarda muvazaa yapıyorlar. Hatta bunu radikal siyasî akımlar da yapıyorlar.

Bir hikâye ile bitireyim: Ertuğrul Gazi zamanında, Horasan taraflarından erenlerden bir zat geliyor, Söğüt’e yerleşiyor. Ertuğrul Gazi de hürmet ediyor. 

Ama kendi çevresindekilere de talimat veriyor: “Bu Ermişe hürmet gösterin; atını yemleyin, elbisesini temizleyin, saygıda kusur etmeyin. Ama gözünüzü de üzerinden eksik etmeyin!”

-SON-

Haber Merkezi

Okunma Sayısı: 3922
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı