Hulâsa, Yeni Asya camiası olarak, bizler de Kur’ân-ı Kerîm’in emrettiği, Efendimizin (asm) en güzel şekliyle tatbik ettiği, Üstad hazretlerinin de içtimaî meselelerde Kur’ân-ı Kerîm’den ve Efendimizden (asm) ders alıp bizlere ulaştırdığı mesajları tatbik etmeye çalışıyoruz.
İşlerimizi aramızda istişare ile yapıyoruz. Çok meseleler oluyor ki; hikmeti yıllar sonra anlaşılıyor, ortaya çıkıyor. Aceleci nefsimiz yer yer bazılarımızı kararlar aleyhine olarak aldatmaya çalışsa da, türlü evham ve kuruntularla farklı düşüncelere çekip şahs-ı manevîden uzaklaştırma cihetine gitse de safları sıkı tutmanın esas olduğunu, en çok yara alanın siperini terk edenlerin olduğunu, bizim yegâne siperimizin de haklı şuramız olduğunu, hizmete ve şuralarımıza ihlâs ve sadakatle sahip çıkınca, arkamızda manevî zahîrlerin muhafız olarak inayete gönderildiğini sık sık hatırlamalı, bu hayatî sürecin bozguncusu olmaktan Allah’a sığınmalıyız. Bu gibi muhtemel marazların en büyük manevî reçetesinin de başta İhlâs Risalesi olmak üzere, Uhuvvet, İktisat ve Hücumat-ı Sitte risalelerinde olduğunu sürekli hatırda tutmalıyız.
Şimdi, yıllardır bu duruş ve tavrımızdan dolayı Cenab-ı Hakka şükürdeyken, haklı istişarelerimizin meyvesini geçen yılların ve olayların şehadetiyle afiyetle yiyorken, yiyecekken, halkın değil hakkın ölçülerine göre hareketimizi bina ediyorken; bazı önemli meseleler hakkındaki kararlarımız ve duruşumuza muhalif bazı çatlak ve tuhaf seslere de zaman zaman şahitlik ediyoruz. Elde istişare kararları varken, meşveret zırhı giyilmişken, duruşumuz da ona göre şekillenmiş gidiyorken, aksi karar alınmadıkça da önceki kararlar geçerli iken; alınan kararı ya da tercih edilen duruşu güya bazı şahıslara atfederek, değerini tahfif etmek maharetiyle sürecin rencide edilmeye çalışıldığına şahitlik ediyoruz. Yukarıda sayılan tüm manaların hilafına olarak girişilen bu teşebbüslerde pervasızca hareket edildiğine de şahit olabiliyoruz.
Böyle bir örnek durumda iki şık ortaya çıkıyor; Birincisi, meşveretin ve şahs-ı manevînin kararında sabit kalıp sürecin hayırla sonlanmasına duacı olmakla birlikte; kararın ve meşveret ruhunun aleyhine cereyan eden yersiz eleştiri ve çıkışların hiçbir maslahatının olmadığını ve hatta şura ruhuna zarar verdiğinin farkına varıp, müddeilere gerekli uyarıların yapılması cihetine giderken, şura şuuruna sahip çıkmaya devam etme durumu.
İkincisi, bu şura dışı eylemin, karar aşamasından çıkıp uygulama aşamasına gelinmiş ve yıllardır da Allah’ın izni ve inayeti ile bihakkın uygulanan duruşa karşı gelmenin, mevcut çizgiyi rencide edecek eylem ve söylemlerde bulunmanın doğru olduğunu vehmederek; ve alınan kararları ve prensip kararları uygulamayı esas alanları, giriştikleri yanlış icraatın yanlışlığını ve haksızlığını yukarıda zikredilen manalar ışığında dile getiren kardeşlerini anti-demokratiklik, abicilik ve hürriyet düşmanlığı yapmakla yaftalama vahameti.
Hak olan, Kur’ân-ı Kerîm’den, Peygamber Efendimizden (asm) ve Üstad Hazretlerinden ders aldığımız birinci duruştur. Kararlı duruş da budur. Tarihlerde hayırla yad edilecek duruş da budur. Yanlış karar alınmış dâhi olsa, bir sevap kazandırıp, şahsî mesuliyetten kurtaran duruş da budur. Muhafaza edilmesi gereken duruş da budur.
İkincisi ise hem şuradan nasip alamamış hem şahsiyetini ve enaniyetini şurada eritememiş ve hem de şahs-ı manevînin ve hizmeti Kur’ânîyenin hürmetini tahfif eden garip bir duruştur. Neticesi ise Risale-i Nur’un pek çok yerinde nazara verilmekle birlikte Allah’a aittir.
Yeni Asya Allah’ın izniyle inayet altındadır. Hiçbir şahsın şahsî hevesleri ile yön verebileceği bir yapıya sahip değildir. Şahıslar hiçtir, esas olan Kur’ânî prensiplerdir, Peygamberî metotlardır, Sahabe mesleğidir, Zübeyrî çizgidir. Tüm bu esaslar başta Rabbin inayeti olmak üzere, tesis edilmiş olan şûra mekanizmasının sağlıklı çalışması ile mümkün olabilmektedir. Bu yüksek manalara kimsenin ilişmeye haddi de yetkisi de ilmî de cesareti de yoktur, olamaz. Böyle bir cüret göstermek isteyen de kendisi bilir. Zira bu hizmetin sahibi fânî şahıslar olmadığından, ceza-yı amel olarak gelebilecek tokatlar, vitrindeki bazı fânî hizmetkarların zayıf himmeti ve gayreti ile kıyaslanmasın. Bu hizmet-i Kur’aniyenin azameti düşünülsün, ondan sonra cesaret edilsin. Edilebilirse.