"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

BELÂGAT

31 Aralık 2010, Cuma
Belâgat; sözün güzel ve tesirli bir biçimde, fasih ve açık olarak muhataba iletilmesi şeklinde açıklanan, daha çok edebiyat ve hitâbet alanlarında kullanılan, ilmî yönü bulunmakla beraber sanatlı yönü de mevcut olan bir terimdir. Köken itibariyle Arapça olan ‘belâgat’in kök harfleri ‘b-l-ğ’ sesleridir ve kelime, beliğ (düzgün, fasih) olandan gelmektedir.
Kavram, sözlükler ve ansiklopedilerde iki kısma ayrılarak incelenmektedir. Bu kısımlar ‘meleke/yetenek’ ve ‘ilim’ başlıklarından oluşur. Bu başlıklardan meleke; belâgati, güzel ve hoş söz söyleyebilme mahareti olarak ele alır. İlim başlığı ise; kavramı, sözün, yerine, zamanına ve adamına göre kusursuz, düzgün ve fasih bir dille beyânı olarak inceler. “Batı dillerinde meleke anlamında belâgata karşılık éloquence, ilim anlamında da rhétorique kelimeleri kullanılmaktadır.” 1
Belâgat, bir ilim olarak ele alındığında, onun daha çok, işin teknik boyutunu incelediği görülür. Bu teknik kısım da kendi içinde üç bölüme ayrılır. Bunlar meânî, beyân ve bedîidir. “Meânî anlamla ilgilidir. Sözün durum ve şartlara, söz söyleyen kimsenin seviyesine uygun olmasını öğretir. Beyân, söyleme ile ilgilidir. Anlatılmak istenen maksadı tesirli hâle getirmek, asıl söylenmek istenen şeyi ön plana çıkarmak, açıklamak için gerekli söz hünerlerini anlatır. Bedi’ süsleme ile ilgilidir. Mânâsı yerinde, açık anlaşılabilir olan sözü yapmacığa kaçmadan, bir ölçüde süsleme şekillerinden bahs eder.” 2
Belâgat kavramına, tanımlama ve açıklamalardaki ‘icazlı bir hitap’ çerçevesinde bakıldığında, sıralanan her bir özelliğin Kur’ân’da mevcut olduğu açıkça görülür. Bu durum şu şekilde açıklanabilir: Peygamber Efendimiz’e (asm) gönderilen Kur’ân-ı Kerim, sadece bir ırka ya da tek bir kavme indirilmemiş, kıyâmete yaklaşılan ahirzaman devrindeki bütün insanlığa gönderilmiştir. Bu yüzden sözlerinin, iman etmiş veya etmemiş herkese hitap edebilecek, bütün kâinatı ve insanlığı kuşatacak, okuyanları ve dinleyenleri mest edecek, her asra seslenebilecek veciz ve beliğ bir üslûba sahip olması icab eder. Üstelik Kur’ân, ne yalnızca bir fikir kitabı, ne yalnızca bir zikir kitabı, ne yalnızca bir hukuk kitabı, ne yalnızca bir ahlâk kitabı, ne de yalnızca bir nasihat kitabıdır. Bunların bütününü içinde bulunduran, eşsiz bir eserdir. Eşsiz olması, onun beşer kelâmı olmamasından kaynaklanır. İlâhî bir kelâm olması münasebetiyle Kur’ân, diğer kitaplardan ayrılır ve hiçbir kitap, onun belâgatine yetişemez. Cüz’î bir kudretin elinden çıkan bir kitap tashih, düzeltme ve düzenlemelere muhtaç olmasına rağmen Kur’ân-ı Kerim, öyle beliğane bir üslûp taşır ki, değil kelimeleri ve âyetleri, harflerinin yerleri bile değiştirilemez. Bu yüzden asırlar geçmesine rağmen ilk nâzil olduğu halini muhafaza eder. Her âyeti ve her harfi olması gereken yerdedir ve bu yönüyle Kur’ân, mükemmellik kazanır. Bediüzzaman Hazretleri, bu mükemmelliği şöyle açıklar: “Kur’ân’da hiçbir kelime bulunmuyor ki, mevkiiyle münâsebettar olmasın; veyahut, mevkiinin başka bir kelimeye münâsebeti daha çok olsun. Evet, Kur’ân’ın herhangi bir yerinde bulunan bir kelime, o mevkiin başında bir tâc-ı zerrin gibi görünür. Ve aralarındaki münâsebetlerden dolayı, aralarında geçimsizlik yeri yoktur.”3
Belâgatin Risâle-i Nur literatüründeki yerine değinilecek olursa, kelimenin eserdeki kullanım işlevinin, tamamıyla Kur’ân’ın üslûbunu yansıtma gayesini taşıdığı görülür. Nitekim Üstad Hazretleri, Yirmi Beşinci Söz olan ‘Mu’cizat-ı Kur’âniye Risâlesi’nde Kur’ân’daki belâgatı derinlemesine incelemiştir ve bu risâlenin ‘Birinci Şûle’ bölümü, tamamen Kur’ân’ın beliğ hitabına dâirdir. Burada, ‘belâgat-ı Kur’âniye, belâgatindeki i’caz-ı Kur’ânînin hikmeti, Kur’ân’ın lâfzının, mânâsının, ilminin, mebahisinin câmiyet-i harikası, Kur’an-ı Mu’cizülbeyan’ın ihbârât-ı gaybiyesi, her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hâsıl olan i’cazı’ şeklinde tasnif edilen konu başlıklarıyla Kur’ân’daki belâgat, ayrıntılı olarak ele alınır.
Üstad Hazretleri, bunun yanı sıra Muhakemât adlı eserinin ‘Unsuru’l-Belâgat’ kısmında, belâgat ile ilgili ayrıntılı bilgiler vererek belâgatin, libas hükmündeki lafziyât olmadığını, esas vücut olan mânâ olduğunu belirtir ve belâgate bu nazarla bakıldığında, mânânın lafza kurban edilmemesi gerektiğinin ortaya çıktığını, veciz bir dille beyan eder. Külliyatın hemen hemen her kitabında mevcut olan belâgat mevzusunu da, bu mânâ eksenli çerçevede inceler. İşârâtü’l-İ’câz tefsirinde ise teferruatlı bir tahlille âyetlerin belâgatleri üzerinde durur ve Kur’ân’daki san'atları teşhir eder. Kur’ân’daki i’câz ve i’câza sürekli vurgu yapan Said Nursî, belâgat kavramını da “Muktezâ-i hâle göre mutâbakat” gibi veciz bir ifadeyle açıklar.
Risâle-i Nur Külliyatı da, hitap etme üslûbuyla bir cazibe merkezi olması, kâinatın en büyük hakikati olan imanı aklî ve kalbî yollarla, üstelik korkuyla değil, sevgi ve muhabbet yoluyla kazandırması, misallerle hakikate yaklaştırması, dünya ve ahiret saadetini kazanma mutluluğunu temsillerle beyan etmesi gibi yönleriyle belâgati yüksek bir eserdir. Ondaki bu beliğ üslup da, belâgati en yüksek eser olan Kur’ân’ın bu asra bakan manevî bir tefsiri olmasından kaynaklanır. Üstad, bu konuya da sık sık değinir ve eserin camî bir fıtrat yelpazesi olma özelliğini direkt olarak Kur’ân’a mâl eder. ‘Sözler’indeki güzellik ve cazibenin İlâhî kelam olan Kur’ân’dan kaynağını aldığını, lâhika mektupları da dahil olmak üzere Külliyatın hemen hemen her kısmında dile getirir.
Şunu da belirtmek gerektir ki, belâgat sahibi bir eser, her yaştan, her meslekten ve her fıtrattan insan tarafından tercih edilmesi yönüyle, geniş kitleleri de etrafında bulunduracaktır. Bu yüzden Kur’ân-ı Kerim, dünyada en çok okunan eserdir ve bu yüzden o mükemmel eseri daha iyi anlayabilmek için te’lif edilmiş olan Risâle-i Nur, dünyada en çok okunan tefsirdir. Külliyatın kırkı aşkın dile çevrilmiş olması, eserin beliğ olduğunu ispatlamaya kâfî gelecek bir argümandır. Ayrıca beliğ olan eser, her asır revaçta olacak ve taze kalmasını bilecektir. Günümüzde yaşanan menfî hâdiselere ve manevî hastalıklara karşı, 1400 yıl önce nazil olan Kur’ân’ın, tefsirleriyle kat’î reçeteler sunabiliyor olması, bu tazeliğin ve belâgatin en büyük delilidir.
 
Dipnotlar:
1- TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 5, s. 380.
2- Ötüken Ansiklopedisi, C. 1, s. 353.
3- Bediüzzaman Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, Yeni Asya Neşriyat, İst. 2007, s. 86.
Okunma Sayısı: 2434
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı