Herkesin itiraz etmesi gereken hadiseler oluyor ve nedense itiraz edenlerin sayısı çok sınırlı kalıyor.
İtiraz edilmesi gereken uygulamalardan biri de devletin memur alım esnasında yaptığı mülâkatlar. Esasında mülâkat olabilir. Fakat bu, hem keyfi olmaz hem de belli kurallara göre yapılır ya da yapılması icap eder.
Devletin yaptığı yazılı imtihanlardan yüksek puan alıp, mülâkatlarda elenenlerin sesine kulak vermek icap etmez mi? Bir kişi bile bu şekilde mağdur edilse itiraz edilmesi gerekirken, yüzlerce değil, binlerce kişinin mağdur edilmesine nasıl sessiz kalınır? Bu hadise karşısında “Bana dokunmaya bin yıl yaşasın” denilebilir mi?
Gazete ve haber sitelerinde yer alan bir iki haberi kısaca hatırlatalım:
Kamu Personel Seçme Sınavı’nda (KPSS) fizik öğretmenliği branşında Türkiye birincisi olan, mülâkat sınavında 54,00 puan verilerek başarısız kabul edildi. (11 Şubat 2019)
KPSS’de 96 puan alan ve Sağlık Bakanlığının açtığı Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon uzmanlığı kadrosuna başvuran sağlıkçı, mülâkatta elendi. (20 Eylül 2021)
İstanbul Üniversitesi Coğrafya Bölümü mezunu olan genç, KPSS’den 82,4 puan alarak branşında Türkiye genelinde 64. sırada yer aldığı halde, Coğrafya Öğretmenliği için girdiği mülâkat sınavında düşük not verilerek elendi. (6 Ocak 2022)
Son olarak bir bakanlık çeşitli pozisyonlara 4 binden fazla kişiyi işe almış. Tabii ki yine işin içine mülâkat girmiş ve bununla ilgili şikayetler çoğalmış. “İşe alımlarda mülâkat, devlet güvenliği için gerekli mi yoksa adam kayırma ve muhalifleri memuriyetten uzak tutmaya mı yarıyor?” sorularını soran çok olmuş. Mesela, KPSS’den 86,9 puan alan ve genel sıralamada 21. olan bir aday, mülâkatta 51 puan verilerek elenmiş.
Fazla söze hacet yok. Bir kişinin dahi haksız yere elenmesi, yazılı imtihanlarda yüksek puan alırken mülâkatta düşük puan verilerek ‘işsiz’ bırakılması hakka, hukuka, adalete, insaniyete velhasıl iyi olan hiç bir şeye ve hiç bir yere sığmaz. Böyle haksızlığı kim yaparsa yapsın itiraz edilmelidir. Bugün için ‘mülâkat’ın kendi işlerine yaradığını düşünen ve ‘işe giren’ler varsa, onlar da bu duruma itiraz etmelidirler. Çünkü işin içinde ve özünde haksızlık varsa bir yere varmak mümkün değildir. Bu mesele ertelenebilecek ve ötelenebilecek bir mesele değildir.
Bazıları da, “Eskiden de böyle oluyordu” diyerek şimdiki yanlışı savunmaya çalışıyorlar. Böyle bir akıl yürütme olabilir mi? Dün yapıldıysa yanlıştı, bugün de yapılıyor o da yanlış! Niçin bir yanlışı savunmak için başka bir yanlış bahane edilir?
Türkiye hiç bir iş yapmasın, bu haksızlığa son versin. İnanın, o zaman ekonomi de düzelir, başka dertler de sona erer. Haksız yere insanları mağdur edenler, ahiretteki ‘mülâkat’ı hiç düşünmez mi?