8. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar, ortaçağ boyunca Avrupa’nın en güzel ve en müreffeh medeniyeti kurulacak ve gelişecektir. Kuzeyin halkları din savaşlarıyla birbirini kırıp geçirir ve barbar kabileler hâlinde hareket ederken, İspanya’nın nüfusu otuz milyonu haydi haydi aşıyordu. O insan kalabalığı içinde bütün ırklar ve bütün dinler, bitmez tükenmez bir çeşitlilik içinde birbirine karışıp dalgalanıyordu. Bundan da en güçlü sosyal hareketlilik ve canlılık fışkırıyordu.
Bu verimli halk ve ırk karışımı içinde o zamana kadar yeryüzünde oluşmuş ve oluşturulmuş bütün fikirler, bütün âdetler, bütün keşifler, bütün sanatlar, bütün bilimler, bütün endüstriler, bütün icatlar, bütün eski görüşler birlikte, yanyana yaşıyordu. Bu çeşitli unsurların temas ve ilişkilerindense, yepyeni buluşlar ve yepyeni enerjiler sökün ediyordu. Bu yabancılarla birlikte Doğu’dan ipek, pamuk, kahve, limon, portakal ve nar geliyordu, yanı sıra da halılar, dokumalar, tüller, telkâri kakmalı metaller ve barut… Yine onlarla birlikte ondalık sistem, cebir, kimya, tıp, kozmoloji ve kafiyeli şiir… Ha unutuldu ha unutulacak durumdaki Grek filozofları, Arapları takiben onların fetihleri sayesinde selâmete erdiler. Aristo, Kurtuba’nın meşhur üniversitesinde saltanat sürüyordu…
Kaynak:
Blasco Ibanez, Katedralin Gölgesinde s. 204.