"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İZKİTAP Fuarında Bediüzzaman’dan Cumhuriyet ve Demokrasi mesajları

01 Kasım 2022, Salı
YENİ ASYA GAZETESİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ KAZIM GÜLEÇYÜZ İZMİR KİTAP FUARI’NDA BEDİÜZZAMAN’A GÖRE CUMHURİYET VE DEMOKRASİ ANLAYIŞI KONULU PROGRAMDA KONUŞTU.

İZMİR - SALİH SÜTÇÜOĞLU 
Fotoğraflar: HÜSEYİN CAN

İzmir’deki Gaziemir Yeni Fuar alanı Pergamon B Seminer Salonunda Saat 16:00-16:45 arasında Bediüzzaman’a göre Cumhuriyet ve Demokrasi anlayışı konulu söyleşi icra edildi. Yeni Asya Gazetesi Genel  Yayın Yönetmeni Kâzım Güleçyüz “İzmir’in cumhuriyetçi ve demokrat insanlarını sevgi ve saygı ile selamlıyorum” diye sözlerine başladı.

“Bu programı yapmamız pek kolay olmadı, sancılı bir süreç yaşandı. Neticede mutlu sona eriştik. Bu programı bu salonda yapabilmemize katkı sağlayan organizatörlere, emeği geçen herkese teşekkür ediyorum. Toplantının hayırlara vesile olmasını diliyorum. Demokrat ve Cumhuriyetçi İzmir’e yakışan da budur.”.


OSMANLI’DA MEŞRUTİYET İLANI

Cumhuriyetin bu topraklarda çok eskilere uzanan bir mazisi var. Hukuk Fakültelerinde anayasa hukuku derslerinde okutulur. Osmanlı Dönemindeki safahatı önce padişahın yetkilerinin sınırlanması çalışmaları ile başlıyor. 1876’da Sultan II. Abdülhamid’in tahta geçtiği esnada ilan edilen 1. Meşrutiyet ve Meclis-i Mebusan’ın açılışı, sonra yine Abdülhamid tarafından kapatılması. Geliyoruz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ve Meclis-i Mebusan’ın (Osmanlı Meclisi) tekrar açıldığı 23-24 Temmuz günlerine. Bu tarihlerde Bediüzzaman Said Nursi’nin çok aktif bir şekilde ilgilendiğini görüyoruz. Bediüzzaman 1907 sonunda Van’dan İstanbul’a gelmiş. II. Meşrutiyet’in ilanı ve tartışmalarının da içinde bulmuş kendisini. Olayların özünü kavrayarak, çok isabetli tahlil ve yorumlar yapmış. Kur’an ayetleri, hadisler ve Asr-ı Saadet’teki uygulamalarla izah etmiş.

MEŞRUTİYET ADALET, MEŞVERET VE KANUNDA İNHISAR-I KUVVETTEN İBARETTİR

Mesela çok veciz bir tarifi var. “Meşrutiyet adalet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibarettir”. Birinci sırada adalet var. Hakikaten meseleyi gayet iyi özetleyen bir tarif. Üstadın o dönemlerde yine üzerinde önemle durduğu şey hürriyet.

II. Meşrutiyet’in ilanından hemen 3 gün sonra İstanbul’da Sultanahmet Meydanı’nda bir hürriyet mitingi düzenleniyor, o mitingde Bediüzzaman Hürriyet’e hitap diye bir konuşma yapıyor.

Orada hürriyet kavramının Kur’anî felsefesini yapıyor bir anlamda. Çok enteresan, çok orijinal yorumlar yapıyor. Hürriyetin insanı insan yaptığını, Allah’ın insan yaratılışına koyduğu kabiliyetlerin, duyguların inkişaf etmesine vesile olduğunu çok geniş şekilde izah ediyor.

Burada hürriyet-i şer’iye tabirini kullanıyor. Meşrutiyet-i meşrua tabiri de var. Bu tabirleri kullanmasının sebebi, hürriyetin ahlaki değerlerle doldurulmasını istiyor. Tek başına demokrasi dediğiniz zaman; bilinçli bir toplumda demokrasi çok başarılı ve parlak neticeler verir, ama idealleri olmayan, ahlaki değerleri olmayan bir toplumda da çok yanlış neticeler verebilir.

Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak gereğini her zaman konuşuyoruz. Altılı masa liderlerinin son açıklamalarından birinde “ Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıracağız” ifadesi kullanıldı. Bu son derece önemli bir ifadedir.

CUMHURİYET HAKKINDA FİKRİN NEDİR?

Bediüzzaman’a 1935 senesinde yargılandığı Eskişehir Mahkemesinde “Cumhuriyet hakkındaki fikrin nedir?” diye soruluyor.

Tabiî onu Cumhuriyet karşıtı gibi göstermek istiyorlar. Bugün de işin esasını bilmeyenler aynı şekilde ithamlarda bulunuyorlar. Bu tamamen bilgisizlikten kaynaklanan bir şey.

Bediüzzaman mahkemeye verdiği cevapta; “Mahkeme reisinden başka, daha sizler dünyaya gelmeden benim dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki Tarihçe-i Hayatım ispat eder. Ben o zaman bir türbede inzivada iken gelen çorbanın tanelerini karıncalara veriyordum. Ekmeğimi suyu ile yerdim. Benden sordular. Ben de diyordum, bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten tanelerini veriyorum.”

Bu ifadeyi işitenlerden Üstada itiraz edenler olmuş. Demişler ki Sen Selefi Salih’ine muhalefet ediyorsun. Onlara karşı da cevaben “Hulefa-i Raşidin ( 4 halife) herbiri hem halife, hem reis-i Cumhur idi” diyor.

Dört halife seçimle göreve gelmişlerdi. O zamanki sahabelerin rızasıyla, kararıyla seçilmişler. “Sıddık-ı Ekber (RA) Aşere-i Mübeşşereye (sağken cennetle müjdelenen 10 kişi) ve sahabe-i kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat manasız isim ve resim değil.” Bunun altını çizmemiz gerekiyor. Cumhuriyet dediğimiz zaman manasız bir isimden ibaret kalmaması gerekir. İşte asr-ı saadet’te halifeler hakiki adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan manayı dindar cumhuriyetin reisi idiler. Onun için ben dindar bir cumhuriyetçiyim diyor Bediüzzaman.

Bediüzzaman’ın hayatında iki kavramın çok önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Bir taraftan iman hizmeti, imanı tahkiki hale getirmek. Bir taraftan da bunun ayrılmaz bir parçası olarak adalet ve hürriyet mücadelesi.

Adalet konusuna duyarsız kalmak mümkün değil. Hürriyet meselesinde de Üstad; “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyor.

Bediüzzaman mahkemedeki müdafaasının devamında “Laik Cumhuriyeti soruyorsanız” diye devam ediyor. Laiklik kelimesi daha o zaman anayasamıza girmemiş. (1937’de giriyor). “Ben biliyorum ki laik manası bir taraf kalmaktır. Hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telakki ederim.”

Ama maalesef uzun yıllar laiklik çok farklı bir şekilde uygulanmış ve din üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmış. Said Nursi ve talebeleri de bu baskıdan nasibini almış tabii ki.

Ama Üstad mahkemelerdeki sanık sandalyelerini üniversitelerdeki ders kürsüsü gibi kullanarak (Ali Ulvi Kurucu’nun dediği gibi) fikirlerini ifade etmiş.


29 Ekim Cumartesi Cumhuriyet Bayramı günü Kâzım Güleçyüz, 30 Ekim Pazar günü de İlahiyatçı Yazar Süleyman Kösmene Yeni Asya standında hem kitaplarını imzaladı, hem standa gelenlerle sohbet etti.

DAHİLDE KILIÇ KULLANILMAZ

1925’de şeyh Said isyanı olduğu zaman Üstad Van’da uzlet halinde. Şeyh Said isyandan evvel Bediüzzaman’a bir mesaj göndererek destek olmasını istiyor. Ama Üstad; “Dahilde kılıç kullanılmaz. Türk Kürt kardeştir. Çare milletin irşad ve tenvir edilmesidir” diyor.

Bütün hayatını bu manaya göre şekillendirmiş, asla silah ve kuvvete müracaat etmemiş. Müsbet hareket esasından asla taviz vermemiş, kararlı duruşunda da hiçbir zaman bir gevşemeye meydan vermemiş. Bütün İslam dünyası için örnek bir mücadele metodu. İslam dünyasında yaşanan sıkıntıların ve iç çatışmaların en önemli sebebi Üstadın bu prensibinin bilinmeyişi. Hem kararlı bir şekilde mücadele edeceksiniz, hem de şiddet tuzağına düşmeyeceksiniz.

Üstad, talebeleri ile birlikte bu müsbet hareket mücadelesi ile 1950’deki çok partili demokrasiye geçiş sürecinin sosyal altyapısını hazırlamış. O sayededir ki 14 Mayıs 1950’de Türkiye tek partili idareden çok partili demokrasiye geçebilmiş.

Daha evvel elle çoğaltılan eserleri 50’li yıllarda matbaalarda basılmaya, dinin ve dindarların üzerindeki baskılar kalkmaya başlamış. Ve Üstad o dönemde cumhurbaşkanından başbakana, ilgili bakanlara mektuplar göndermiş. tavsiyelerde bulunmuş.

1946-47 lerde CHP Genel Sekreteri Hilmi Uran’a da mektubu var. “Sizin milletle ve milletin değerleriyle barışık bir siyaset izlemeniz lazım” diye özet olarak bu şekilde tavsiyede bulunuyor.

Şu andaki CHP, Sayın Kılıçdaroğlu’nun idaresinde bu istikamette çok önemli gelişmeler kaydediyor. Eski CHP ‘den farklı olarak bugünkü CHP’de son yıllarda güzel gelişmeler gözlemliyoruz. 

DİNİ DEĞERLER İSTİSMAR EDİLMEMELİ

Tersten bakarsak dini değerlerin siyasi maksatlarla istismar edilmesi de yanlış. Mevcut iktidarın bu konuda birçok istismar örneği var. Bu en çok dine ve dindarlara zarar veriyor. Onun için Türkiye Ayasofya ve başörtüsü gibi sembolleri siyasi tartışma konusu olmaktan çıkarmalıdır. Siyasetin ana konusu ülkenin reel sorunları ve bunların nasıl çözülebileceği olmalı, bütün partiler projelerini ortaya koyarak bunlar üzerinde yarışmamalı.

Türkiye kimlik siyaseti ve ideolojik kavgalardan çok şey kaybetti bugüne kadar. Artık bu defteri kapatmalı. Sorunların çözümleri üzerinde bir siyasi rekabet başlatabilmeli.

Bediüzzaman’ın çok dikkat çekici bir ifadesi de “Riyaset-i şahsiyenin kat’iyen aleyhindeyim,” şahsa dayanan bir reisliğin, başkanlığın karşısındayım. Bugüne de seslenen bir cümle bu. Tek şahsın hakim olduğu, her şeyin ona bağlı olduğu bir sistemin katiyen aleyhindeyim. Böyle bir sistemin Türkiye’nin başına ne sıkıntılar getirdiğini hep birlikte görüyoruz.

16 Nisan 2017 referandumunda Yeni Asya olarak Üstadın Bu mesajlarını nazarlara vermeye çalışmıştık. Zaten Yeni Asya 52 yıldır Said Nursi’nin görüşlerini duyurmaya çalışıyor. Risale-i Nur’un medyadaki dili olarak. Bu konuda da o zaman toplumu bilinçlendirmeye çalıştık. Etkili olduğunu da düşünüyoruz. Ama maalesef sonuç bildiğiniz gibi %51,5 filan diye açıklandı. Ama genel kanaat sandıktan çıkan sonucun tam tersi olduğu yönünde. Orada bir manipülasyon yapıldığına dair çok yaygın bir kanaat var.

KUVVETLER AYRILIĞI PRENSİBİ

Yasama, kanun yapma ve denetleme yetkisi Meclistedir. Meclis milletin seçtiği milletvekillerinden oluşur. Milletvekilleri gerçek bir demokraside tabanın seçtiği vekiller olarak orada olmalıdır. Liderlerin aday listelerine koyduğu isimler olmamalıdır. Ama maalesef Türkiye’de 12 Eylül’den kalma seçim ve partiler sistemi yürürlükte olduğu için, 20 yıllık AKP iktidarı ile de devam ettiği için, maalesef aday listeleri liderler tarafından tanzim ediliyor. Bu şekilde seçilen milletvekilleri de liderin istediği yönde oy kullanmak mecburiyetinde kalıyor.

Halbuki Bediüzzaman 1911’de Münazarat isimli eserinde diyor ki; “ Mebus hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerekir.” İradesini, oyunu çok hür bir şekilde kullanabilmelidir ki milletin vekili olmanın sorumluluğunu hakkı ile yerine getirebilsin.

REİSİMİZ ANCAK HÜKÜMETTİR

Üstad “Riyaset-i şahsiyenin katiyyen aleyhindeyim” dedikten sonra şunu da ilave ediyor: “ Reisimiz ancak hükümettir” Yani bir heyettir. Münazarat’ta bunu tamamlayan ifadesi var. “Mebusan hâkimdir, hükümet hizmetkardır.” Yani hükümet milletvekillerinin hizmetindedir. Ama bugünkü sistemde tam tersi. Milletvekilleri tek adamın emrinde. Böyle bir demokrasi tabii ki olamaz. Kanunları meclis çıkarır, uygulama ve icra hükümetin sorumluluğundadır.

YARGI BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ OLMALI

Bir de yargı var. Yargının bağımsız ve tarafsız olması olmazsa olmaz bir şarttır. Ama tek adam rejiminde üç kuvvet tek adamın kontrolüne girmiş durumda. İcra zaten onda, bütün isimleri o belirliyor. Fuat Oktay’ı önceden bilen var mıydı? Yoktu. Bu sistemle birlikte Cumhurbaşkanı Yardımcısı oldu. Meclis ve kamuoyu tamamen devre dışı. Türkiye Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yönetiliyor. Çok enteresan bir şey daha var. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin büyük bir ekseriyeti süreç içerisinde çıkarılan kararnamelerdeki yanlışların düzeltilmesi için çıkarılan kararnameler. O kadar saçma sapan hatalar yapılıyor ki. Tabii tartışılmadan, müzakere edilmeden çıkarıldığı için.

Maalesef yargı da yüksek yargı dahil, Anayasa Mahkemesi de dahil, tek adam rejiminin kontrolüne girmiş durumda. Yapılan atamalarla böyle bir netice ortaya çıkmış durumda. Son atamalarla birlikte denge tamamen bozuldu. AYM en yüksek mahkeme olarak münhasıran adaleti esas alması gereken bir mahkeme olması icap ederken, maalesef idarenin istediği istikamette kararlar alan hakimlerin çoğunlukta olduğu bir yapıya getirildi. Çok vahim bir şey.

15-20 Temmuz dediğimiz süreçte verilen mahkumiyet kararları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden daha da hızlanan bir süreç içerisinde geri dönmeye başladı. AİHM bizim mahkemelerin verdiği mahkumiyetlerin çoğunda hak ihlali görüyor ve tazminata hükmediyor. İhraç edilen ve haklarından mahrum edilen 800’den fazla hakim ve savcı için AİHM hak ihlali kararı verdi ve tazminata hükmetti. Bunun arkası gelecek. Daha 5000 civarında dosya olduğu söyleniyor. Bu tazminat miktarları da milletin cebinden çıkıyor. Bu hukuksuzluğu yapıyorlar, onun ceremesini de bu millete yüklüyorlar. İşte demokrasiden uzaklaşmanın getirdiği çok vahim sonuçlardan biri de bu.

Üstad Bediüzzaman; yargının, mahkemelerin hiçbir tesir altında olmadan tamamen adaleti tecelli ettirme ve hakim kılma hedefi ile çalışması gerektiğini söylemiştir.

MEDYA NE HALE GELDİ

Medyanın ne hale geldiğini görüyoruz. %95’i tek adam rejiminin kontrolünde. Hür medyadan bahsetmek mümkün değil. Bunun yanında sivil toplum kuruluşları âdeta sıfırlanmış durumda. Onun için Türkiye’nin en hayati ve en önemli meselesi bu tek adam rejiminden bir an evvel kurtulması, parlamenter sistem ve demokrasi ile yeniden buluşmasıdır.

***

Okunma Sayısı: 1769
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı