Fidan yetiştirenler iyi bilir; çoğu fidan nazlıdır, ince bir zarafete sahiptir. Hususî ilgi, özen ve doğru bilgi ister.
Zira onun yetişmesine Cenab-ı Hakk’ın koyduğu değişmez kanunlar vardır. Fidan, o kanunlar dâhilinde filizlenir, serpilir ve meyve verir.
Bir ziraat mühendisi, bu kanunları bildiği için fidana en doğru şekilde müdahale eder; onu daha verimli hâle getirir. Ancak olmayan bir kanunu ekleyemez ya da mevcut olanı değiştiremez. Bununla beraber, haricî zararlardan ve dahilî hastalıklardan korur, muhafaza eder; gerekli tedbirleri alır. Aksi hâlde kendi hâline bırakılan fidan, ekseriyetle kurur ve zayi olur.
İman da nazlı bir meyve fidanı gibidir. Onun kemâle ermesi için lâzım gelen bütün kanunlar, Risale-i Nur’un satırları arasında mevcuttur. Bizler, imanımızı kuvvetlendirmek ve güzelleştirmek için bu kanunları en iyi şekilde tatbik eden birer “iman mühendisi” olmalıyız. Hem haricî hücumlara, dessasın desiselerine hem de dâhilî, yani nefsimizden doğan marazlara karşı teyakkuz hâlinde bulunmalı, tedbirler almalıyız.
Fakat iş bununla bitmez; bilakis hakikî mücadele tam bu noktada başlar. Ahirzamanda nice iman fidanı vardır ki susuz kalmış, bakımsız bırakılmış; kuruma noktasına gelmiş, âdeta unutulmuş ve ziyan olmaya mahkûm edilmiştir.
İşte “iman mühendisliği”nin hakikî manası tam burada anlam kazanır. Bu hizmet; iman fidanlarını yeniden ihya etmek, köklerine hakikat suyu ulaştırmak, kuruyan dallarını budamak ve onları tahkikî iman toprağına sağlamca yerleştirmek demektir. Bu vazife; ilim, sabır, basiret ve şefkat ister. Hem yalnız kuru bir alaka ile değil, hâlis bir samimiyet ve ihlâs ile…
Risale-i Nur’un bize yüklediği mes’uliyet, yalnız kendi imanımızı muhafaza etmek değildir; bilakis etrafımızdaki iman fidanlarının da kurumamasına, büyümesine vesile olmaktır. Bu hizmet, hem şahsî gayretle hem de cemaatin özverili çalışmasıyla kaim olur. Çünkü iman hizmeti hem şahsî hem içtimaî bir mes’uliyettir.
Ahirzamanın şiddetli rüzgârları, bilhassa fen ve felsefe perdesi altında gelir; kalbi ve nefsi yaralayan şehvet hastalığı içeriden, modernizmin sarp dikenleri ise dışarıdan iman fidanlarını kuşatır. Lâkin unutulmamalıdır ki gayret bizden; netice, ancak ve ancak Cenab-ı Hakk’tandır.
Evvelâ nefsimizden başlayarak, yakınlarımızdan devam ederek iman fidanlarını sahipsiz bırakmayalım. Kibir ve ene hastalığının açtığı yaralara azamî ihtimam gösterelim. Zira eğer iman fidanlarına müdahale etmezsek, akreplerin, insan libası giymişlerin, ifritlerin, Süfyanizmin ve Deccalizmin pençesine düşer; kurur, çürür ve neticede ateşe odun olurlar.